39,1011$% 0.04
44,4609€% 0.52
53,0381£% 0.6
4.202,41%1,95
6.830,00%2,17
27.236,00%2,18
3.357,37%1,93
9.356,04%-1,26
Yirminci yüzyılın ortaları, tıp dünyasının kalp damar hastalıklarının karmaşıklığı karşısında adeta sessiz bir çığlık attığı bir dönemdi. Hipertansiyon (yüksek tansiyon), anjina pektoris (göğüs ağrısı) ve ateroskleroz (damar sertliği) gibi hastalıklar giderek yaygınlaşıyor, ancak bunların temel fizyolojik mekanizmaları ve etkili tedavi yöntemleri tam olarak anlaşılamıyordu. Damarların neden genişlediği (vazodilatasyon) veya daraldığı (vazokonstriksiyon) sorusu, bilim insanları için büyük bir muammaydı. Kan damarlarının iç yüzeyini döşeyen endotel tabakası, o dönemde genellikle pasif bir bariyer olarak görülüyordu. Kimse, bu incecik tabakanın, damarların genişlemesini sağlayan güçlü bir kimyasal sinyal molekülü üretebileceğini tahmin etmiyordu. Tıp, bu alanda adeta karanlıkta ilerliyor, semptomları gidermeye çalışırken, hastalığın kökenine inmekte zorlanıyordu. Bu bilinmezlik, nitrik oksitin keşfinin ne kadar devrimci olacağının da sessiz habercisiydi.
Bu bilinmezlik perdesini aralayan ilk önemli ipucu, 1980’lerde Amerikalı farmakolog Robert Furchgott‘tan geldi. Furchgott, izole edilmiş damar şeritleri üzerinde yaptığı deneylerde ilginç bir gözlemde bulundu. Damarları asetilkolin gibi maddelerle uyaran Furchgott, bazen damarların gevşediğini, bazen ise beklendiği gibi kasıldığını fark etti. Bu tutarsızlık, onu derinlemesine araştırmaya itti. Deneylerini titizlikle tekrarlarken, damar şeritlerini hazırlarken uyguladığı basit bir işlemin, yani endotel tabakasının kazara sıyrılmasının, damarların asetilkoline olan gevşeme yanıtını ortadan kaldırdığını fark etti (Furchgott & Zawadzki, 1980, s. 123).
Bu, çığır açıcı bir bulguydu! Demek ki, damarların iç yüzeyindeki endotel tabakası, aktif bir rol oynuyor ve damarları gevşeten bir şeyler salgılıyordu. Furchgott, bu gizemli maddeye “Endotel Kaynaklı Gevşetici Faktör” (EDRF) adını verdi. Ancak EDRF’in kimyasal yapısı henüz bilinmiyordu; kısa ömürlü, kararsız ve laboratuvar ortamında hızla kaybolan bir maddeydi. Furchgott’un bu keşfi, kalp damar fizyolojisi alanında yeni bir araştırma kapısı aralıyor ve tıp dünyasını, damarların “fısıltılarını” anlamaya davet ediyordu.
Furchgott’un EDRF keşfi, tıp dünyasında büyük bir merak uyandırdı. Bu gizemli molekülün kimliği neydi? Bu sorunun cevabını arayan bilim insanlarından biri de Amerikalı farmakolog Louis Ignarro idi. 1980’lerin ortalarında yaptığı çalışmalarla, Ignarro, kalp hastalıklarında yüzyıllardır kullanılan nitrogliserin gibi nitrat türevi ilaçların etkilerini inceliyordu. Nitrogliserinin damarları genişleterek anjina ağrısını azalttığı biliniyordu, ancak bunun nasıl gerçekleştiği tam olarak anlaşılamamıştı.
Ignarro, EDRF’in kısa ömürlü ve kararsız yapısıyla, nitrogliserinin hücre içinde açığa çıkardığı bir gaz olan nitrik oksidin (NO) özelliklerinin benzerliğini fark etti. Titiz deneysel çalışmalar sonucunda, Ignarro, EDRF’in aslında nitrik oksit (NO) olduğunu deneysel olarak ispatladı (Ignarro et al., 1987, s. 125-129). Bu, tıp dünyası için şaşırtıcı ve devrim niteliğinde bir keşifti. Bilim insanları, yüzyıllardır bilinen bir ilacın (nitrogliserin) etki mekanizmasının, vücudun kendi ürettiği minik bir gaz molekülüyle ilişkili olduğunu anladı. Nitrik oksit, damarların en güçlü doğal gevşeticilerinden biriydi ve bu keşif, kalp sağlığı alanında yepyeni ufuklar açtı.
Nitrik oksitin damar genişlemesindeki rolünü anlamak için bir başka önemli bilim insanının, Türk kökenli Amerikalı farmakolog Ferid Murad‘ın çalışmaları kritikti. Murad, Furchgott ve Ignarro’dan daha önce, 1970’li yıllarda yaptığı çalışmalarla, nitrik oksit ve nitrogliserin gibi nitrat bileşiklerinin hücre içinde guanilat siklaz adlı bir enzimi aktive ederek siklik GMP (cGMP) üretimini artırdığını göstermişti (Murad et al., 1978, s. 317-323). cGMP’nin ise hücre içinde kas gevşemesine yol açan bir ikincil haberci molekül olduğu biliniyordu.
Furchgott’un EDRF keşfi ve Ignarro’nun EDRF’in nitrik oksit olduğunu belirlemesiyle, Murad’ın çalışmaları birleşti ve nitrik oksitin hücresel sinyalizasyondaki merkezi rolü tam olarak anlaşıldı. Artık biliniyordu ki, endotel hücreleri nitrik oksit salgıladığında, bu gaz çevredeki düz kas hücrelerine nüfuz ediyor, guanilat siklazı aktive ediyor, cGMP üretimini artırıyor ve sonuç olarak damarların gevşemesine ve genişlemesine yol açıyordu. Bu üç bilim insanının çalışmaları, bir bulmacanın farklı parçalarını bir araya getirerek, nitrik oksitin kardiyovasküler sistemde bir sinyal molekülü olarak işlev gördüğünü ve damar sağlığının orkestra şefi olduğunu ortaya koydu.
Nitrik oksitin kardiyovasküler sistemdeki sinyal molekülü olarak keşfi, tıp tarihinde bir dönüm noktası oldu. Bu çığır açıcı çalışmaların tanınması amacıyla, Robert Furchgott, Louis Ignarro ve Ferid Murad, “kardiyovasküler sistemde bir sinyal molekülü olarak nitrik oksidin keşfi” nedeniyle 1998 yılında Nobel Tıp veya Fizyoloji Ödülü’ne layık görüldüler. Bu ödül, sadece üç bilim insanının olağanüstü katkılarını onurlandırmakla kalmadı, aynı zamanda tıp dünyasında büyük bir heyecan yarattı ve nitrik oksit araştırmalarına eşi benzeri görülmemiş bir ivme kazandırdı. Keşif, bir gaz molekülünün insan vücudunda bu denli önemli bir rol oynayabileceği fikrinin ne kadar şaşırtıcı olduğunu gösterdi ve araştırmacıları, nitrik oksitin diğer fizyolojik süreçlerdeki potansiyel rollerini keşfetmeye teşvik etti (Nobel Foundation, 1998). Bu ödül, görünmez bir kahramanın, bilimin ışığında görünür hale geldiği anın taçlandırmasıydı.
Nitrik oksitin keşfiyle birlikte, bu minik gaz molekülünün kalp damar sistemi üzerindeki çok yönlü ve hayati faydaları da ortaya çıktı. Nitrik oksit, adeta damarların orkestra şefi gibi çalışır ve birçok kritik fizyolojik rol üstlenir:
Bu çok yönlü fizyolojik roller, nitrik oksitin kalp damar sağlığı için ne kadar hayati olduğunu açıkça göstermektedir. Nitrik oksit, sadece bir sinyal molekülü değil, aynı zamanda damar sağlığının ve genel kardiyovasküler fonksiyonun temel bir belirleyicisidir.
Nitrik oksit keşfi, sadece temel bilimlerde çığır açmakla kalmadı, aynı zamanda klinik tıbba da doğrudan yansımaları oldu ve birçok hastalığın tedavisinde devrim niteliğinde ilerlemeler sağladı:
Bu klinik uygulamalar, nitrik oksit keşfinin laboratuvar tezgahından hasta başucuna uzanan inanılmaz yolculuğunu ve insan sağlığı üzerindeki doğrudan etkisini gözler önüne sermektedir.
Nitrik oksit keşfi, sadece kalp damar hastalıkları alanında değil, tıp biliminin birçok farklı alanında devam eden araştırmalar için bir katalizör görevi gördü. Artık nitrik oksitin, kan damarlarındaki rolünün yanı sıra, nörolojik hastalıklar (nörotransmiter olarak), bağışıklık sistemi (enfeksiyonlara karşı savunma), kanser (tümör büyümesini ve metastazı etkileme) ve hatta sindirim sistemi gibi birçok alanda potansiyel rolleri olduğu araştırılmaktadır.
Bilim insanları, nitrik oksit seviyelerini doğal yollarla artırma stratejileri üzerine de yoğunlaşmaktadır. Düzenli egzersiz, pancar, ıspanak gibi nitrat açısından zengin besinler ve L-arjinin gibi nitrik oksit prekürsörleri içeren takviyeler, vücudun doğal nitrik oksit üretimini destekleyebilir ve kalp damar sağlığını iyileştirebilir.
Bu keşif, modern tıp ve ilaç geliştirme üzerindeki kalıcı etkisini sürdürmektedir. Nitrik oksit yolağını hedef alan yeni ilaçlar ve tedavi stratejileri geliştirilmeye devam ediyor. Görünmez bir gaz molekülünün, insan ömrünün uzatılmasında, yaşam kalitesinin artırılmasında ve birçok hastalığın tedavisinde bu denli merkezi bir rol oynayabileceği, bilim dünyasının en şaşırtıcı ve ilham verici keşiflerinden biri olmuştur. Nitrik oksit, tıbbi araştırmaların ve insan sağlığına yapılan katkıların simgesi olarak, gelecek nesillere ilham veren bir miras bırakmıştır.
Kaynaklar:
Tarihin Bilimi, Medeniyetin Yasaları: İbn Haldûn’un Çalkantılı Ömrü ve “Mukaddime”nin Zamansız Mirası