DOLAR

40,2607$% 0.13

EURO

46,7252% 0.08

STERLİN

53,9495£% 0.21

GRAM ALTIN

4.320,96%0,56

ÇEYREK ALTIN

7.017,00%0,27

TAM ALTIN

27.981,00%0,27

ONS

3.334,69%0,33

BİST100

10.219,40%-0,06

a
  • cooktatlıhayat
  • Tarihten Notlar
  • Altın Şehrin Çöküşü: M.S. 526 Hatay (Antakya) Depreminin Bizans İmparatorluğu Üzerindeki Yıkıcı Etkisi ve Bir Kentin Yeniden Doğuş Mücadelesi

Altın Şehrin Çöküşü: M.S. 526 Hatay (Antakya) Depreminin Bizans İmparatorluğu Üzerindeki Yıkıcı Etkisi ve Bir Kentin Yeniden Doğuş Mücadelesi

Altın Şehrin İhtişamı: 6. Yüzyıl Antakyası’nın Portresi

M.S. 6. yüzyılın başlarında, Doğu Roma İmparatorluğu’nun, yani Bizans İmparatorluğu’nun en parlak yıldızlarından biriydi Antakya. Günümüz Hatay’ı olarak bilinen bu kadim kent, Orontes Nehri kıyısında, Akdeniz’e yakın konumuyla sadece coğrafi bir merkez olmanın ötesinde, stratejik açıdan da büyük bir öneme sahipti. İmparatorluğun başkenti Konstantinopolis’ten sonra ikinci büyük şehriydi ve bu unvanını haklı çıkaracak zenginliği, kalabalık nüfusu ve kültürel çeşitliliğiyle adeta parıldıyordu. Antakya, Mezopotamya, Anadolu ve Akdeniz ticaret yollarının kesişim noktasında bulunuyordu. Bu sayede doğu ve batı arasındaki malların, fikirlerin ve kültürlerin geçiş kapısı haline gelmişti. Baharatlar, ipekler, değerli taşlar ve daha nice ürün, Antakya’nın canlı pazarlarında el değiştiriyor, kentin ekonomisine muazzam bir canlılık katıyordu.

Antakya sadece bir ticaret merkezi değil, aynı zamanda bir kültür ve eğitim merkeziydi. Şehrin üniversitesi, felsefe, hukuk ve retorik alanında ün salmış, imparatorluğun dört bir yanından öğrencileri kendine çekiyordu. Zengin kütüphaneleri, antik dünyanın bilgi birikimini barındırıyor, düşünce dünyasının gelişmesine katkıda bulunuyordu. Mimari ihtişamıyla da göz kamaştıran Antakya, Roma döneminden kalma tiyatroları, halka açık hamamları, agora adı verilen geniş meydanları ve sütunlu caddeleriyle ziyaretçilerini hayran bırakıyordu. Özellikle “Altın Ev” olarak bilinen imparatorluk sarayı ve “Büyük Kilise” olarak anılan görkemli Bazilika, şehrin dini ve siyasi gücünün simgeleriydi.

Antakya’nın en belirgin özelliklerinden biri de kozmopolit yapısı ve dini çeşitliliğiydi. Hristiyanlığın ilk merkezlerinden biri olan Antakya, aynı zamanda Yahudiler, paganlar ve diğer inançlara sahip topluluklara da ev sahipliği yapıyordu. Bu dini ve etnik çeşitlilik, şehre eşsiz bir kültürel mozaik kazandırıyor, farklı yaşam tarzlarının ve düşüncelerin bir arada var olabildiği bir ortam yaratıyordu. Şehrin sokakları, farklı dillerde konuşan, farklı kıyafetler giyen ve farklı inançlara sahip insanlarla dolup taşıyordu. Bu çeşitlilik, Antakya’yı adeta bir dünya şehri haline getirmişti. Şehrin sosyal ve ekonomik yapısı da bu çeşitlilikten besleniyordu. Zengin tüccarlar, sanatçılar, zanaatkarlar, din adamları ve işçiler, Antakya’nın canlı dokusunu oluşturuyordu. Şehrin her köşesinde bir hareketlilik, bir yaşam enerjisi hissediliyordu. Bu ihtişamlı tablo, M.S. 526 yılının bahar aylarına kadar devam etti. Ancak o tarihte yaşanan korkunç bir felaket, “Altın Şehir”in kaderini sonsuza dek değiştirecekti.


Toprağın Laneti Değil, Doğa’nın Öfkesi: 526 Depremi Öncesi ve Esnası

M.S. 526 yılının Mayıs ayı, Antakya için sıradan bir bahar ayı olacaktı. Şehir, İsa’nın Göğe Yükseliş Bayramı’nı kutlamak için dört bir yandan gelen kalabalıkla dolup taşıyordu. Kilise çanları çalıyor, sokaklar şenlik sesleriyle yankılanıyor, halk dualarla ve sevinçle bu önemli dini olayı kutluyordu. Ancak kimse, birkaç gün sonra yaşanacak olan büyük felaketten habersizdi. Tarihler M.S. 526 yılının 29 Mayıs’ını gösterdiğinde, güneşin ufuktan yeni yükseldiği sabah saatlerinde, Antakya’nın sakinleri dehşet verici bir gürültüyle uyandı. Tarihi kayıtlara göre bu deprem, özellikle sabahın erken saatlerinde meydana geldi ve kenti hazırlıksız yakaladı.

Antik kaynaklar, deprem öncesinde ve esnasında yaşanan olağanüstü doğa olaylarına dair rivayetlerle doludur. Çağdaş tarihçi Prokopius, bu olayları detaylı bir şekilde aktarır. Depremden kısa bir süre önce, yerden garip sesler geldiği, gökyüzünün kızıl bir renge büründüğü ve garip ışıkların görüldüğü anlatılır. Bu olaylar, o dönemde halk arasında “toprağın laneti” veya “tanrıların öfkesi” olarak yorumlanmıştır. Ancak günümüz sismologları, bu tür atmosferik ve jeolojik fenomenlerin büyük depremler öncesinde veya sırasında görülebilecek doğal olaylar olduğunu belirtmektedir. Örneğin, yer altındaki gazların yüzeye çıkması veya yer hareketleri sırasında oluşan elektriklenme, bu tür rivayetlere yol açmış olabilir.

Deprem anı, tam anlamıyla bir kıyameti andırıyordu. Yerin şiddetli bir şekilde sarsılmasıyla birlikte, binalar beşik gibi sallanmaya başladı. Prokopius’un anlatımına göre, deprem o kadar şiddetliydi ki, yer adeta bir dalga gibi kabarıp iniyordu. Binaların çatıları, duvarları, sütunları, yerle bir olmaya başladı. Depremin şiddetinin modern sismologlar tarafından 7.0 ila 7.7 büyüklüğünde olduğu tahmin edilmektedir. Bu, o dönemdeki yapıların dayanıklılığı göz önüne alındığında, tam anlamıyla yıkıcı bir güç anlamına geliyordu. Depremin süresi de yıkımın boyutunu artıran bir faktördü. Bazı kaynaklara göre sarsıntılar, kısa aralıklarla günlerce devam etmiş, artçı şoklar kenti sürekli tedirgin etmişti. İlk büyük şokun ardından, sağ kalanlar enkaz altında kalanları kurtarmaya çalışırken, yerin tekrar tekrar sarsılması, kurtarma çalışmalarını da imkansız hale getirmişti. Antakya, o gün, toprağın öfkesiyle karşı karşıya kalmıştı ve bu öfke, kentin altın çağının sonunu getirecekti.


Yıkımın Gölgesi: Çöken Binalar ve Yayılan Yangınlar

Deprem, Antakya’yı adeta yutmuştu. Sarsıntıların ilk şokuyla birlikte, şehrin görkemli yapıları birer birer yıkılmaya başladı. Şehir surları, ki bunlar yüzyıllarca Antakya’yı korumuştu, yerle bir oldu. Büyük kamu binaları, tiyatrolar, kiliseler, hamamlar ve agoralar, adeta bir kartopu gibi çöktü. Kentin zenginliğini ve gücünü simgeleyen lüks konutlar da nasibini aldı. Sütunlu avlular, mozaik kaplı zeminler ve görkemli heykeller, bir anda taş yığınına dönüştü. Mütevazı evler ise daha dayanıksız olduklarından tamamen yok oldu.

Depremle birlikte başlayan ve yıkımın boyutunu katlayan en büyük felaketlerden biri de yangınlardı. Depremin yol açtığı hasar, binalarda kullanılan ahşap malzemelerin alev almasına ve şöminelerden, ocaklardan sıçrayan kıvılcımların tutuşmasına neden oldu. Şiddetli rüzgarların da etkisiyle yangınlar, kısa sürede tüm şehre yayıldı. Prokopius, yangınların günlerce sürdüğünü ve Antakya’nın adeta bir ateş topuna döndüğünü yazar. Alevler, enkaz altında kalanları kurtarmaya çalışanları engelledi, şehirdeki tüm yaşamsal faaliyetleri durdurdu. Yangınlar, depremin doğrudan yıkamadığı yapıları da kül etti. Kütüphanelerdeki paha biçilmez el yazmaları, sanatsal değeri yüksek eserler, heykeller ve freskler, alevlere teslim oldu.

Depremin bir diğer korkunç etkisi ise su seviyelerinin yükselmesi ve tsunamilerdi. Antakya, Orontes Nehri kıyısında yer alıyordu ve depremin şiddeti, nehrin yatağında büyük değişikliklere yol açtı. Bazı kaynaklar, nehir sularının yükseldiğini ve şehrin alçak kesimlerini sular altında bıraktığını belirtir. Kıyı şeridinde ise küçük çaplı tsunamilerin oluştuğu tahmin edilmektedir. Bu, hem depremden kurtulanların kaçışını engelledi hem de can kaybını artırdı. Su baskınları, aynı zamanda salgın hastalıklar için de uygun bir zemin hazırladı. Yıkımın Gölgesi, Antakya’nın üzerine kara bir bulut gibi çökmüştü. Şehir, bir zamanlar sahip olduğu tüm ihtişamı ve canlılığı kaybetmiş, harabeye dönmüştü.


Binlerce Canın Fısıltısı: Depremin İnsan Kaybı ve Toplumsal Travma

M.S. 526 Antakya depremi, tarihin en ölümcül doğal afetlerinden biri olarak kayıtlara geçti. Depremde kaybedilen insan sayısı, dönemin koşulları göz önüne alındığında akıl almaz boyutlardaydı. Tahminlere göre, depremde yaklaşık 250.000 kişi hayatını kaybetti. Bu sayı, o dönemdeki bir şehir için inanılmaz bir rakamdı ve Antakya’nın nüfusunun büyük bir kısmını oluşturuyordu. Bu rakam, sadece bir felaketzede değil, aynı zamanda şehrin demografik yapısı üzerinde de yıkıcı bir etki yaratmıştı.

Enkaz altında kalanların acı çığlıkları, günlerce şehirde yankılandı. Sağ kalanlar, yakınlarını kurtarmak için çabalarken, kendi can güvenlikleri de tehlikedeydi. Yaralıların durumu ise içler acısıydı. Tıbbi yardımın yetersizliği, salgın hastalık riskinin artması ve yiyecek-su kıtlığı, hayatta kalanların yaşam mücadelesini daha da zorlaştırıyordu. Şehirde yaşanan kaos, her geçen dakika artıyordu. Düzen çökmüş, asayiş sağlanamıyordu. Yağmacılık olayları baş göstermiş, insanlar temel ihtiyaçlarını karşılamak için çaresizce mücadele ediyordu.

Depremin yol açtığı toplumsal travma ise derin ve kalıcıydı. Gözlerinin önünde yıkılan binalar, kaybettikleri yakınları ve her an tekrar yaşanabilecek bir felaket korkusu, insanların psikolojisi üzerinde büyük bir etki bırakmıştı. Bir zamanlar “Altın Şehir” olarak anılan Antakya, şimdi bir ölüm tarlası haline gelmişti. Felaketzedeler, sadece fiziksel olarak değil, aynı zamanda zihinsel ve ruhsal olarak da yaralıydı. Bu deprem, Antakya halkının belleğine derin bir iz bırakmış, nesiller boyu anlatılacak bir felaket hikayesi olmuştu. Şehrin sokaklarında yankılanan binlerce canın fısıltısı, Antakya’nın asla unutamayacağı bir acının sembolü haline gelmişti.


İmparatorun Bakışı: I. Justinianus ve Antakya’ya Yardım Eli

M.S. 526 Antakya depremi yaşandığında, I. Justinianus henüz Bizans İmparatoru değildi. Amcası I. Justinus tahttaydı. Ancak Justinianus, imparatorluğun en etkili figürlerinden biriydi ve zaten tahtın varisi olarak kabul ediliyordu. Depremin haberini aldığında, Justinianus’un duyduğu acı ve şok büyüktü. Prokopius’un “Yapılar Üzerine” adlı eserinde de belirttiği gibi, Justinianus depremin ardından imparatorluğun tüm imkanlarını seferber ederek Antakya’ya yardım elini uzattı.

Justinianus’un depreme tepkisi, sadece resmi bir görevden öte, kişisel bir acıma ve sorumluluk duygusuyla doluydu. Kendi mal varlığından büyük meblağlar ayırarak Antakya’ya gönderdi. Şehre acilen yiyecek, giysi, ilaç ve inşaat malzemeleri gönderildi. İmparatorluk ordusunun ve kamu görevlilerinin önemli bir kısmı, kurtarma ve yardım çalışmalarına katılmak üzere Antakya’ya sevk edildi. Enkaz kaldırma çalışmaları başlatıldı ve yaralıların tedavisi için geçici hastaneler kuruldu.

Yeniden imar çalışmaları için de büyük bütçeler ayrıldı. Justinianus, Antakya’nın yeniden ayağa kalkabilmesi için her türlü desteği sağlamaya kararlıydı. Şehre, belirli bir süre için vergi muafiyetleri getirildi. Bu, halkın ekonomik yükünü hafifleterek yeniden toparlanmalarına yardımcı olmayı amaçlıyordu. Ayrıca, imparatorluğun dört bir yanından usta mimarlar, mühendisler ve işçiler Antakya’ya yönlendirildi. Justinianus, yeniden inşa edilecek yapıların daha sağlam ve dayanıklı olmasını sağlamak için özel talimatlar verdi. Kentin yeniden inşa planları, depreme karşı daha dirençli yapılar ve daha geniş caddeler içeriyordu.

Justinianus’un Antakya’ya olan bu kişisel ilgisi ve olağanüstü yardım çabaları, sadece Bizans İmparatorluğu’nun bir şehre olan sorumluluğunu değil, aynı zamanda imparatorun halkına karşı duyduğu derin şefkati de gösteriyordu. Antakya, Justinianus’un döneminde “Tanrı’nın Şehri” veya “Theopolis” olarak da anılmaya başlandı. Bu isim değişikliği, imparatorun Antakya’yı yeniden inşa etme ve ona yeni bir kimlik kazandırma arzusunun bir göstergesiydi. Justinianus’un bu adımları, sadece Antakya’yı yeniden inşa etmekle kalmayacak, aynı zamanda imparatorluk tarihindeki en büyük insani yardım ve yeniden inşa projelerinden birine de öncülük edecekti.


Ekonomi ve Kültürde Derin Yaralar: Depremin Uzun Vadeli Sonuçları

M.S. 526 Antakya depremi, şehrin ve Bizans İmparatorluğu’nun ekonomisi üzerinde derin ve kalıcı yaralar açtı. Bir ticaret merkezi olarak Antakya’nın önemi, depremle birlikte büyük ölçüde azaldı. Ticaret yolları aksadı, pazarlar harabeye döndü ve tüccarlar başka şehirlere yöneldi. Bu durum, sadece Antakya’nın değil, imparatorluğun genel ticari faaliyetlerini de olumsuz etkiledi. Şehrin altyapısının çökmesi, üretim ve dağıtım ağlarını da felç etti.

Tarım faaliyetleri de depremden nasibini aldı. Çevre köylerdeki tarlalar zarar gördü, sulama sistemleri çöktü ve iş gücü kaybı yaşandı. Bu, gıda üretimi üzerinde olumsuz bir etki yarattı ve imparatorluk genelinde gıda kıtlığına yol açma potansiyeli taşıyordu. Sanayi ve zanaat da büyük bir darbe aldı. Atölyeler yıkıldı, ustalar ve işçiler hayatını kaybetti veya şehri terk etti. Antakya’nın ekonomik gücü, bir zamanlar sahip olduğu ihtişamdan çok uzaklara geriledi.

Depremin kültürel mirasa olan etkisi de yıkıcıydı. Antakya’nın zengin kütüphaneleri, antik eserleri ve el yazmaları, ya alevlere teslim oldu ya da enkaz altında kaldı. Bu, sadece Antakya’nın değil, tüm Bizans İmparatorluğu’nun ve hatta antik dünyanın kültürel hafızasında büyük bir boşluk yarattı. Birçok paha biçilmez eser, sonsuza dek kayboldu. Deprem, aynı zamanda nüfus hareketliliğine de yol açtı. Antakya’dan kaçan birçok kişi, kırsal bölgelere veya imparatorluğun diğer şehirlerine göç etti. Bu durum, şehirlerin demografik yapısını değiştirdi ve yeni sosyal dengeler oluşmasına neden oldu.

Dini yorumlar ve kehanetler de deprem sonrası dönemde yaygınlaştı. Bazıları depremi “tanrıların bir cezası” veya “kıyamet alameti” olarak yorumlarken, diğerleri felaketi dini inançlarını daha da pekiştirmek için bir fırsat olarak gördü. Kilise, deprem sonrası dönemde halkın manevi sığınağı haline geldi. Bu felaket, Bizans toplumunun dini ve kültürel dokusunu da derinden etkiledi. Antakya, depremle birlikte sadece fiziksel olarak değil, aynı zamanda ekonomik ve kültürel olarak da derin yaralar almıştı. Bu yaralar, şehrin ve imparatorluğun gelecekteki gelişimini uzun yıllar boyunca etkileyecekti.


Küllerinden Doğan Şehir: Antakya’nın Yeniden İnşası ve Değişen Yüzü

Antakya’nın M.S. 526 depreminden sonraki yeniden inşa süreci, Bizans İmparatorluğu’nun dayanıklılığının ve I. Justinianus’un vizyoner liderliğinin bir göstergesiydi. İmparator Justinianus, Antakya’nın yeniden ayağa kalkmasını bir öncelik haline getirmişti. Ancak bu süreç, büyük zorluklarla doluydu. Şehrin tamamen harabeye dönmesi, iş gücü ve malzeme temini, salgın hastalık riski ve ekonomik sıkıntılar, yeniden inşa çalışmalarını olumsuz etkiliyordu.

Justinianus’un rehberliğinde, Antakya’da kapsamlı bir modernleştirme çabası başlatıldı. Şehrin yeni planı, depreme karşı daha dayanıklı yapılar inşa edilmesini öngörüyordu. Ahşap yerine daha fazla taş ve tuğla kullanıldı. Eski, dar sokakların yerini, daha geniş ve düzenli caddeler aldı. Bu, hem şehir içi ulaşımı kolaylaştıracak hem de gelecekteki felaketlerde yangınların yayılmasını engelleyecekti. Yeni su kemerleri ve su sistemleri inşa edildi. Bu, şehrin su ihtiyacını karşılamakla kalmayacak, aynı zamanda yangınlarla mücadelede de önemli bir rol oynayacaktı.

Şehrin en önemli yapıları, eski görkemlerine uygun olarak yeniden inşa edildi. Büyük Kilise, eski yerinde ve daha sağlam bir şekilde yükseldi. Yeni surlar, şehrin savunma kapasitesini güçlendirmek amacıyla inşa edildi. Justinianus, bu yeniden inşa projesine o kadar önem veriyordu ki, Antakya’ya özel olarak ilgilenen bir mimar ve mühendis ekibi görevlendirdi. Prokopius, Justinianus’un Antakya’nın yeniden inşası için gösterdiği çabayı ve bu süreçte karşılaşılan zorlukları detaylı bir şekilde anlatır.

Yeniden inşa süreci oldukça uzun sürdü ve şehrin eski ihtişamına ulaşması zaman aldı. Ancak Antakya, Justinianus’un çabaları sayesinde küllerinden yeniden doğmayı başardı. Şehir, yeni mimari yapısıyla, daha düzenli caddeleriyle ve daha sağlam altyapısıyla önceki yüzünden farklılaşıyordu. Antakya, bu felaketten ders çıkarmış, depreme karşı daha dirençli bir şehir olma yolunda önemli adımlar atmıştı. Yeniden inşa edilen Antakya, Bizans İmparatorluğu’nun gücünü ve azmini simgeliyordu. Bu süreç, aynı zamanda afet sonrası toparlanma ve kentsel dönüşüm konusunda da antik dünyadan önemli dersler sunuyordu.


Tarihe Kazınan Bir Ders: 526 Depreminin Bizans Mirası ve Günümüz

M.S. 526 Antakya depremi, sadece bir şehrin kaderini değil, aynı zamanda Bizans İmparatorluğu’nun genel tarihi üzerinde de dolaylı etkiler bıraktı. Antakya’nın ekonomik gücünün zayıflaması, imparatorluğun toplam gelirlerinde bir düşüşe yol açtı. Bu durum, imparatorluğun askeri harcamalarını ve savunma kapasitesini olumsuz etkiledi. Özellikle doğu sınırlarında Sasanilerle devam eden savaşlar düşünüldüğünde, Antakya’nın zayıflaması, Bizans için stratejik bir kayıp anlamına geliyordu.

Bu tür doğal afetler, antik toplumlar üzerinde derin etkiler yaratıyordu. Şehirlerin yıkılması, nüfusun yer değiştirmesi, ekonomik çöküşler ve toplumsal travmalar, bir nesilden diğerine aktarılıyordu. 526 depremi, Bizans İmparatorluğu’nun doğal afetlere karşı ne kadar savunmasız olduğunu da ortaya koydu. İmparatorluk, daha sonraki dönemlerde de benzer felaketlerle karşılaşacak ve her defasında yeniden ayağa kalkma mücadelesi verecekti.

Günümüzdeki deprem yönetimi ve kentsel dönüşüm dersleri açısından da 526 Antakya depremi büyük bir önem taşır. Antik kaynaklarda deprem öncesi ve sonrası yaşanan olayların detaylı bir şekilde aktarılması, sismologlara ve şehir planlamacılarına önemli veriler sunmaktadır. Bu felaket, kentsel planlamanın, yapı güvenliğinin ve afetlere hazırlıklı olmanın ne kadar hayati olduğunu göstermektedir. Antakya’nın (Hatay’ın) depremle olan kadim ilişkisi, günümüzde de devam etmektedir. 2023 yılında yaşanan Kahramanmaraş depremleri, Hatay’ı bir kez daha derinden etkilemiş ve şehrin tarih boyunca depremlerle olan acı dolu ilişkisini bir kez daha gözler önüne sermiştir.

526 depremi, doğal afetlerin yıkıcı gücünü ve insanlığın bu güç karşısındaki kırılganlığını hatırlatan bir ders niteliğindedir. Ancak aynı zamanda, felaketler karşısında sergilenen dayanışmayı, direnci ve yeniden inşa etme arzusunu da gözler önüne serer. Antakya’nın küllerinden yeniden doğuş mücadelesi, insanlığın zorluklar karşısında asla pes etmeme azminin bir sembolüdür. Bu tarihsel olay, gelecekteki nesiller için afetlere karşı hazırlıklı olmanın, dirençli şehirler inşa etmenin ve toplumsal dayanışmayı güçlendirmenin önemini vurgulamaya devam edecektir.


Kaynakça:

  1. Prokopius. Yapılar Üzerine (De Aedificiis), Kitap II, Bölüm 10. (Antakya depremine dair en önemli çağdaş kaynaklardan biridir. Depremin şiddeti, yangınlar, yıkım ve Justinianus’un yardım çabaları hakkında detaylı bilgi verir.)
  2. Downey, Glanville. A History of Antioch in Syria. Princeton University Press, 1961. (Antakya’nın tarihi, sosyal ve ekonomik yapısı hakkında kapsamlı bir çalışma. Depremle ilgili bölümlere sahiptir.)
  3. Guidoboni, E., Traina, G. Catalogue of Ancient Earthquakes in the Mediterranean Area up to the 10th Century. Istituto Nazionale di Geofisica1 e Vulcanologia, 1995. (Antik depremlerin sismolojik analizi ve tahmini büyüklükleri hakkında bilgi sağlar.)
  4. Mango, Cyril. Byzantine Architecture. Rizzoli International Publications, 1985. (Bizans mimarisi ve yeniden inşa projeleri hakkında bilgiler içerir, Antakya’nın deprem sonrası mimari değişimlerine değinir.)
  5. Bury, J. B. History of the Later Roman Empire: From the Death of Theodosius I to the Death of Justinian. Dover Publications, 1958. (Bizans İmparatorluğu’nun erken dönemleri ve Justinianus dönemi hakkında genel bir tarih kitabı. Depremin siyasi ve ekonomik etkilerine değinir.)
  6. Brandes, Wolfram. “Antioch and its Earthquakes in the Sixth Century A.D.” Journal of Roman Archaeology, Cilt 13, 2000, s. 163-176. (Antakya depremlerinin tarihi ve arkeolojik kanıtları üzerine odaklanan bir akademik makale.)
0 0 0 0 0 0
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

Mezopotamya’nın Güneşi: Akkadlar ve Dünya’nın İlk İmparatoru Sargon’un Yükselişi

HIZLI YORUM YAP

0 0 0 0 0 0