39,5851$% -0.32
45,6681€% -0.99
53,6762£% -0.71
4.322,05%1,03
7.024,00%2,53
28.013,00%2,53
3.427,88%1,36
9.311,88%-2,19
Endonezya Takımadaları, “Pasifik Ateş Çemberi” olarak bilinen volkanik aktivite kuşağının kalbinde yer alır ve burada sayısız uyuyan dev, yüzyıllardır yeryüzünün derinliklerindeki enerjiyi biriktirir. Bu devlerden biri de Sumbawa Adası’nda yükselen Tambora Yanardağı’ydı. 1815 yılına kadar, bölge halkı için Tambora, sadece verimli topraklar sunan, mistik hikayelerle dolu, görkemli bir dağdı. Yerel topluluklar, yanardağın eteklerinde tarım yaparak ve balıkçılıkla geçimlerini sürdürüyorlardı. Ancak, bu huzurlu yaşam, 1815’in başlarında Tambora’dan yükselen hırıltılarla bozulmaya başladı. İlk olarak Nisan ayının başlarında hafif patlamalar ve depremler yaşandı. Yanardağın zirvesinden ince bir duman yükseliyor, zaman zaman küçük patlamalarla birlikte hafif kül yağmurları gözlemleniyordu. Bu belirtiler, bölge halkı için alışılmadık değildi; yanardağların ara sıra hareketlenmesi olağan kabul edilirdi. Ancak bu kez, doğanın fısıltıları, yaklaşan devasa bir felaketin habercisiydi. Yanardağın içinde biriken basınç, dışarıdan görülemeyen devasa bir enerjiyi saklıyordu ve bu enerji, kısa süre içinde tüm dünyayı etkileyecek bir dönüşüme yol açacaktı.
Doğa, 10 Nisan 1815 gecesi, tüm şiddetiyle uyandı. Tambora Yanardağı, tarihin kaydettiği en büyük volkanik patlamalardan birini gerçekleştirdi. Volkanik Patlama İndeksi (VEI) 7 olarak belirlenen bu patlama, 1800 yılı aşkın süredir yaşanmış en şiddetli volkanik olaydı (Self et al., 2004). Patlamanın ana fazı, yerel saatle akşam 7 civarında başladı ve aralıksız üç gün boyunca devam etti. Gökyüzü, simsiyah bir kül bulutuyla kaplandı ve gün, geceye döndü. Yanardağdan yükselen patlama sesleri, 2000 kilometreden daha uzak mesafelerden, Sumatra Adası’ndan bile duyuldu (Oppenheimer, 2003, s. 147). Lav ve püskürük taşlar, saatte yüzlerce kilometre hızla yanardağın yamaçlarından aşağı yuvarlandı. Patlama, atmosfere inanılmaz miktarda kül, gaz ve aerosol saldı. Tahminlere göre, yaklaşık 100 metreküp volkanik malzeme atmosfere yayıldı. Bu, Everest Dağı’nın yaklaşık iki katı büyüklüğünde bir kül ve kaya kütlesi anlamına geliyordu. Patlama aynı zamanda, kıyı şeridini vuran ve yerleşim yerlerini süpüren devasa tsunamilere de neden oldu. Yüz binlerce insan, doğrudan patlama ve ardından gelen tsunamiler, kül yağmurları ve açlık nedeniyle hayatını kaybetti. Tambora’nın zirvesi, patlamanın şiddetiyle yaklaşık 1400 metre alçalarak devasa bir kaldera oluşturdu.
Tambora Patlaması’nın en yıkıcı ve kalıcı etkileri, atmosfere saldığı devasa miktardaki sülfür dioksit (SO2) ve kül parçacıkları aracılığıyla küresel iklim üzerinde yaşandı. Atmosfere yayılan sülfür dioksit, stratosfere kadar yükselerek güneş ışınlarını yansıtan sülfat aerosollerine dönüştü. Bu aerosol tabakası, yeryüzüne ulaşan güneş ışınlarının bir kısmını engelleyerek küresel ortalama sıcaklıkların düşmesine neden oldu. Bu olaya “volkanik kış” etkisi denir (McCormick et al., 1995). Patlamadan sonraki aylarda, dünya genelinde ortalama sıcaklıklar 0.4 ila 0.7 santigrat derece düştü (Stothers, 1984). Bu düşüş, kulağa küçük gelse de, iklim sistemi üzerinde önemli değişikliklere yol açtı. Atmosferdeki bu devasa kül ve gaz bulutu, güneşin rengini değiştirdi, alacakaranlıkta görülen olağandışı kızıllıklar ve mor tonlar gözlemlendi. Ayrıca, atmosferik dolaşım modellerinde de değişimler meydana geldi, bu da dünya genelinde hava olaylarının normalin dışına çıkmasına neden oldu.
Tambora Patlaması’nın küresel iklim üzerindeki etkileri, özellikle 1816 yılında “Yazsız Yıl” (Year Without a Summer) olarak bilinen döneme damgasını vurdu. Bu yıl, Kuzey Yarımküre’de olağanüstü soğuk hava ve anormal hava koşullarıyla geçti. Avrupa ve Kuzey Amerika’da yaz aylarında bile kar yağışları, şiddetli don olayları ve sürekli soğuk hava görüldü. Haziran ayında New England’da kar yağışı kaydedildi ve Temmuz ile Ağustos aylarında bile buzlu hava ve don olayları yaşandı (Wood, 1965). Bu durum, tarım ürünlerinin yetişmesini imkansız hale getirdi. Mısır, buğday, patates gibi temel gıda ürünleri tarlalarda çürümeye yüz tuttu. Çiftçiler, donan tarlalarının başında çaresizlik içinde beklerken, hasat beklentileri tamamen suya düşmüştü. Özellikle Avrupa’da, kıtlık ve açlık hızla yayıldı. Fransa’da, bazı bölgelerde şarap hasadı tamamen başarısız oldu, Almanya’da ise buğday fiyatları tavan yaptı. Buğday ekimi yapılamadığı için, ekmek fiyatları fahiş seviyelere ulaştı, bu da yoksul kesimler için yaşamı daha da çekilmez hale getirdi.
Yazsız Yıl’ın getirdiği mahsul kıtlığı, dünya genelinde derin insani ve sosyal sonuçlara yol açtı. Gıda fiyatlarındaki astronomik artışlar, özellikle yoksul kesimler için yaşamı dayanılmaz hale getirdi. Ekmek, et ve sebze gibi temel gıda maddelerine ulaşmak giderek zorlaştı. Yaygın açlık ve beslenme bozuklukları, insanların sağlığını olumsuz etkiledi. Bağışıklık sistemleri zayıflayan insanlar, tifüs, kolera ve dizanteri gibi salgın hastalıklara karşı daha savunmasız hale geldi. Özellikle Avrupa’da salgın hastalıklar hızla yayılarak binlerce insanın ölümüne neden oldu (Post, 1977). Gıda kıtlığı ve ekonomik zorluklar, toplumsal huzursuzlukları da tetikledi. Fransa ve İsviçre’de gıda isyanları yaşandı. İnsanlar, yiyecek arayışıyla kırsal bölgelerden şehirlere veya daha verimli topraklara göç etmeye başladı. Bu göç hareketleri, yeni yerleşim yerlerinde de kaynak sıkıntısı ve gerilimlere neden oldu. Kıtlık, açlık ve hastalık, toplumların sosyal dokusunu derinden etkileyerek, birçok bölgede istikrarsızlığa yol açtı.
Tambora Patlaması’nın neden olduğu “Yazsız Yıl”ın karanlık atmosferi, sadece bilimsel değil, aynı zamanda kültürel ve sanatsal alanda da derin izler bıraktı. Özellikle Avrupa’da yaşanan karanlık ve kasvetli günler, dönemin sanatçıları ve yazarları üzerinde büyük bir etki yarattı. Mary Shelley’nin ünlü romanı “Frankenstein”, yazsız yılın kasvetli atmosferinden ilham almıştır. Shelley ve arkadaşları, 1816 yazında Cenevre Gölü kıyısında, sürekli yağmur ve soğuk hava nedeniyle evlerinde kapalı kaldıkları bir dönemde, hikayeler anlatarak vakit geçirmişlerdi. Bu hikayelerden biri de “Frankenstein”ın ilham kaynağı olmuştur (Sunstein, 1990). Lord Byron’ın “Karanlık” (Darkness) adlı şiiri de, güneşin karardığı, dünyanın kaosa sürüklendiği bir kıyamet senaryosunu betimleyerek dönemin ruh halini yansıtmaktadır. Bilim dünyasında ise, Tambora’nın etkileri, yanardağ patlamalarının iklim üzerindeki etkilerine dair araştırmaları tetikledi. Benjamin Franklin’in daha önceki volkanik patlamalara (örneğin İzlanda’daki Laki Patlaması) dair gözlemleri, iklim değişiklikleriyle volkanik aktiviteler arasındaki bağlantıları anlamaya yönelik ilk adımlardan biriydi. Tambora Patlaması, bilim insanlarının atmosferik olayları ve iklim değişikliğini daha derinlemesine incelemesine neden oldu.
Tambora Patlaması gibi devasa volkanik olaylar, günümüz biliminde iklim üzerindeki etkileri açısından daha iyi anlaşılmaktadır. Modern klimatoloji ve volkanoloji çalışmaları, volkanik patlamaların atmosfere saldığı sülfür dioksitin stratosferde sülfat aerosollerine dönüşerek güneş ışınlarını nasıl engellediğini ve küresel sıcaklıkları nasıl düşürdüğünü detaylı bir şekilde ortaya koymuştur (Robock, 2000). Bilgisayar destekli iklim modelleri, Tambora gibi patlamaların küresel iklim sistemi üzerindeki etkilerini simüle edebilmekte ve bu tür olayların gelecekteki potansiyel sonuçlarını öngörmeye yardımcı olmaktadır. Volkanik aktivite ve iklim modelleri arasındaki ilişkiler, sürekli olarak araştırılan ve geliştirilen bir alandır. Bilim insanları, geçmişteki volkanik patlamaların iklim kayıtlarındaki izlerini inceleyerek, doğanın bu güçlü olaylarının küresel iklim üzerindeki uzun vadeli etkilerini anlamaya çalışmaktadır. Bu çalışmalar, gelecekteki olası patlamaların etkilerine karşı daha hazırlıklı olmamız için önemli bilgiler sunmaktadır.
Tambora Patlaması ve ardından gelen “Yazsız Yıl”, insanlık tarihindeki en büyük doğal felaketlerden biri olarak hafızalara kazınmıştır. Bu olay, insanlığa doğanın gücünü ve küresel iklim sisteminin ne kadar kırılgan olduğunu acı bir şekilde hatırlatmıştır. Tambora’nın dersleri, günümüzdeki iklim değişikliği ve gıda güvenliği gibi küresel sorunlar için de geçerlidir. Gıda kıtlığı, açlık ve salgın hastalıkların sınır tanımadığını, küresel bir felaketin dünyanın farklı bölgelerini nasıl etkileyebileceğini gözler önüne sermiştir. Bu nedenle, uluslararası işbirliğinin ve gıda güvenliği sistemlerinin güçlendirilmesinin önemi bir kez daha ortaya çıkmıştır. Gelecekteki benzer volkanik olaylara veya diğer doğal afetlere karşı hazırlıklı olmak, erken uyarı sistemleri geliştirmek ve risk yönetimi stratejileri oluşturmak, insanlığın hayatta kalması için hayati öneme sahiptir. Tambora’nın gökyüzünü karartan gölgesi, bize doğanın gücüne saygı duymayı ve küresel ölçekte birlikte hareket etmeyi öğütleyen sessiz bir uyarıdır.
Kaynaklar:
Siperlerdeki Sofralar: Çanakkale Savaşı’nda Askerin Beslenme Mücadelesi ve Cephedeki Lokmaları