DOLAR

40,2607$% 0.13

EURO

46,7252% 0.08

STERLİN

53,9495£% 0.21

GRAM ALTIN

4.320,96%0,56

ÇEYREK ALTIN

7.017,00%0,27

TAM ALTIN

27.981,00%0,27

ONS

3.334,69%0,33

BİST100

10.219,40%-0,06

a

Gözün Işığını Geri Getiren Hekim: Ammar bin Ali el-Mevsılî ve Tıp Tarihinin İlk Katarakt Ameliyatı

Gözlerinizi kapatın ve dünyayı karanlıkta hayal edin. Bildiğiniz her rengin, her şeklin, her yüzün silindiğini düşünün. Sadece bir siluet, bir gölge… Sonra birden o kalın, karanlık perdesinin aralandığını, ışığın gözlerinize dolduğunu, dünyanın yeniden renklerle ve formlarla canlandığını hissedin. Bu mucizeyi bin yıl önce, bilimin ve inancın birleştiği topraklarda ilk kez gerçekleştiren bir hekim vardı. Onun hikayesi, sadece bir cerrahın değil, bitmek bilmeyen bir merakın, bilime adanmış bir ruhun ve insanlığa hizmet aşkının destanıdır.

Bugün, modern tıp dünyasının temelini atanlardan biri olan, Ammar bin Ali el-Mevsılî adında, 10. yüzyılın sonu ile 11. yüzyılın başında yaşamış büyük bir İslam hekimi ve cerrahının izini süreceğiz. Ammar, tarihte ilk göz ameliyatını yapan ya da daha spesifik olarak, katarakt ameliyatında devrim niteliğinde bir yöntem geliştiren alim olarak kabul edilir. Bu podcast’te, Ammar’ın kim olduğunu, yaşadığı dönemin entelektüel atmosferini, katarakt hastalığına karşı geliştirdiği benzersiz yaklaşımı, gerçekleştirdiği çığır açan keşfi ve bu keşfin tıp tarihi üzerindeki muazzam etkisini, zamanın tünelinden geçerek hikayeleştirerek dinleyeceksiniz. Ammar’ın gözlere ışığı geri getiren elleriyle çıktığı bu tarihi yolculuğa hoş geldiniz.


Bağdat’ın Parlayan Gözleri: Ammar’ın Yetiştiği Entelektüel Ortam

Tarih 10. ve 11. yüzyıllar… Dünya, bugün “İslam Biliminin Altın Çağı” olarak adlandırdığımız eşsiz bir dönemi yaşıyordu. Abbasi Halifeliği’nin hüküm sürdüğü bu geniş coğrafya, bilim ve sanatın beşiğiydi. Entelektüel yaşamın kalbi, özellikle Halife Harun Reşid’in kurduğu ve Halife el-Memun’un genişlettiği Beytül Hikme (Bilgelik Evi) ile Bağdat’ta atıyordu. Burası, sadece bir kütüphane değil, aynı zamanda dünyanın her köşesinden gelen bilginlerin buluştuğu, düşünce alışverişinde bulunduğu bir akademiydi. Yunanca, Farsça ve Sanskritçe eserler Arapçaya çevriliyor, bu eserler üzerine yorumlar yapılıyor ve yeni buluşlarla zenginleşiyordu (Saliba, 2007, s. 45). Bu sayede, Antik Yunan’ın bilgisi kaybolmaktan kurtulmuş ve İslam alimlerinin ellerinde yeniden canlanarak Batı dünyasına aktarılacaktı.

İşte bu verimli topraklar üzerinde, Ammar bin Ali el-Mevsılî gibi dehalar yetişiyordu. Onun hayatı hakkında çok az şey bilinse de, adından da anlaşılacağı gibi, bugünkü Irak’ın kuzeyindeki Musul (Mevsıl) şehrinden geldiği ve genç yaşta tıp ve özellikle oftalmolojiye (göz hastalıkları bilimi) derin bir ilgi duyduğu bilinmektedir. Ammar, Bağdat’ın sunduğu zengin bilgi birikiminden en iyi şekilde faydalandı. Dönemin önde gelen hekimlerinden dersler aldı, eski Yunan tıp geleneğini, özellikle de Galen’in anatomik çalışmalarını ve Hint tıbbının ünlü cerrahı Sushruta’nın katarakt ameliyatı tekniklerini inceledi. Ancak o, sadece mevcut bilgiyi öğrenmekle yetinmedi; kendi gözlemleriyle, sorgulayan zihniyle bilgi birikimini sürekli artırdı (Meyerhof, 1928, s. 25). Ammar’ın yaşadığı dönemde, göz cerrahları (kahl) toplumda saygın bir yere sahipti ve bu, Galen’in zamanındaki hekimlere duyulan küçümseme ile tam bir tezat oluşturuyordu.

Ammar öncesinde göz bilimi oldukça gelişmişti ancak katarakt ameliyatları hala büyük riskler taşıyor, genellikle “couching” olarak bilinen merceği itme veya “söndürme” denilen bir teknikle yapılıyordu. Bu ilkel yöntemler, merceği sadece görüş alanının dışına itiyor, gözün içinde bırakıyordu. Sonuç olarak, birçok hastanın gözü daha da kötü hale gelebiliyor, enfeksiyonlar ve merceğin tekrar eski yerine kayması gibi ciddi komplikasyonlar ortaya çıkabiliyordu (Elgood, 1951, s. 110). Ammar, hastanelerde ve muayenehanelerde tanık olduğu bu başarısız vakalardan derinden etkilendi. Bu tablo, genç Ammar’ın zihninde yeni bir arayışın tohumlarını ekti.


Perdenin Ardındaki Sır: Kataraktın Anlaşılması ve Ammar’ın Derin Arayışı

O dönemde halk arasında katarakt, gözün üzerine inen bir “perde” ya da “gözde su inmesi” olarak bilinirdi. Görmenin yavaş yavaş kararması, günlük hayatı felç eden, umutsuzluğa sürükleyen bir hastalıktı. İnsanlar, yavaş yavaş hayatın renklerini, sevdiklerinin yüzlerini, güneşin sıcaklığını kaybetmenin acısını yaşıyorlardı. Oysa Ammar, hastalarının gözlerini inceledikçe, bu “perdenin” aslında göz merceğinin kendisi olduğunu, merceğin zamanla bulanıklaşarak ışığın retinaya ulaşmasını engellediğini fark etti. Bu basit ama devrimci kavrayış, onun tıp anlayışının temelini oluşturdu (Rosen, 1993, s. 78).

Ammar, kendisinden önceki cerrahların yöntemlerini titizlikle analiz etti. Geleneksel “couching” tekniği, bulanıklaşmış merceği sadece gözün içindeki yerinden oynatıyor, onu tamamen çıkarmıyordu. Bu durum, gözün hassas yapısı için oldukça tehlikeliydi. Ameliyat sonrası enfeksiyonlar yaygındı, mercek tekrar eski yerine kayabilir, hatta gözün tamamen kaybedilmesine neden olabilirdi. Ammar, mevcut yöntemlerin getirdiği komplikasyonlara ve hastaların çektiği acılara bizzat gözlemleriyle tanık oldu. Her başarısız ameliyat, onun içinde yeni bir arayış ateşini körükledi. Ammar’ın bu konuya eğilmesinin arkasında yatan en büyük motivasyon, mesleki bir başarı arayışından ziyade, insanlığa duyduğu derin bir şefkat ve yardım etme arzusuydu (Hamidullah, 1992, s. 301).

Bir hekim olarak, hastalarının çaresizliğine kayıtsız kalamazdı. Göz gibi kutsal ve hassas bir organa yapılan müdahalelerin daha güvenli, daha etkili olması gerektiğine inanıyordu. Onun bu inancı ve sorumluluk duygusu, onu mevcut bilginin ötesine geçmeye, sıradışı bir çözüm bulmaya itti. O, sadece bir hastalığı tedavi etmek istemiyordu; o, insanların hayatlarına ışığı geri getirmek, umutlarını tazelemek istiyordu. Bu sebep-sonuç ilişkisi, Ammar’ın attığı her adımı, yaptığı her gözlemi anlamlı kılıyordu (Topdemir, 2007, s. 95). Ammar’ın geliştireceği yöntem, kataraktın sadece yerini değiştirmek yerine, onu gözden tamamen çıkararak sorunu kökten çözecekti. Bu cesur ve yenilikçi düşünce, tıp tarihinde bir dönüm noktası olacaktı.


Mucizevi İğne: Ammar’ın Devrim Niteliğindeki Keşfi ve İlk Ameliyatın Dramı

Günler, haftalar, belki de aylar süren düşünceler, eskizler ve gözlemlerin ardından Ammar’ın zihninde o dahiyane fikir nihayet belirginleşti: içi boş bir iğne. Bu, tıp tarihinde bir dönüm noktası olacak bir aletti. Ammar, bu özel cerrahi iğnesini öyle bir tasarlamıştı ki, göz merceğine zarar vermeden, bulanıklaşmış kataraktı nazikçe emebilecek veya çıkarabilecekti. Bu iğnenin ucunun yuvarlak olması, keskin hatlardan uzak durması ve sıvıyı içeri çekebilmesi, önceki yöntemlerin tüm risklerini minimize ediyordu. Bu buluş, basit bir araçtan çok daha fazlasıydı; göz cerrahisinde yeni bir çağın kapısını açan bir inovasyondu (Meyerhof, 1928, s. 50).

Ve o tarihi an geldi… Ammar, bu yeni tekniğiyle ilk başarılı katarakt ameliyatını gerçekleştirdi. Bu olay, Ammar’ın kendi eseri olan “Kitabü’l-Müntehab fi İlaci’l-Uyun”da detaylıca anlatılmaktadır. O, hastalarından birinin, yatarak ameliyat olamayacağını ve dik oturur pozisyonda ameliyat edilmeyi talep ettiğini anlatır. Bu durum, Ammar’ın ameliyattaki ustalığını ve esnekliğini göstermesi açısından önemlidir.

Hayal edin: Ammar’ın karşısında, belki de yıllardır dünyanın sadece siluetini görebilen, umudunu yitirmiş yaşlı bir hasta vardı. Ammar, hastasının gözünü dönemin bitkisel özleriyle nazikçe uyuşturdu. Sakin ve kendinden emin elleri, gözün hassas yüzeyinde hareket ediyordu. O özel, içi boş iğnesini gözün sklera (gözün beyaz kısmı) veya kornea kenarından milimetrik bir hassasiyetle soktu (Meyerhof, 1928, s. 55-60). Ammar, iğnenin ucunun bulanık merceğe ulaştığını hissettiği an, nefesler tutuldu. Ve o an… Ammar, iğnenin içine çektiği bulanık mercekle yavaşça dışarı çıktı. Gözdeki “perde” yok olmuştu.

Ameliyat başarıyla tamamlanmıştı. Ammar, hastasının gözünü nazikçe kapattı, bir süre dinlenmesini ve iyileşmesini bekledi. Bu bekleyiş, her saniye, yüzlerce yıl sürecek bir tıbbi devrimin ilk tohumlarını taşıyordu.

Bandajlar çıkarıldığında… O an. Ameliyat masasında yatan hasta, usulca gözlerini açtı. İlk başta bulanık, sonra yavaş yavaş netleşen görüntüler. Yüzündeki ifade, önce şaşkınlık, ardından tarifsiz bir sevinçti. Işık, yeniden gözlerine dolmuş, dünya renkleriyle, şekilleriyle, sevdiklerinin yüzleriyle yeniden canlanmıştı. Bu, sadece bir görme yeteneğinin geri gelişi değil, aynı zamanda hayata dönüşün, umudun ve ilahi bir mucizenin ta kendisiydi. Hasta, Ammar’a minnetle baktı; çünkü o, sadece gözlerini değil, hayatını da geri getirmişti. Bu başarı, Ammar’ın adını tıp tarihine altın harflerle yazacaktı.

Ammar, bu çığır açan keşfini ve diğer göz hastalıklarına dair bilgilerini “Kitabü’l-Müntehab fi İlaci’l-Uyun” (Göz Hastalıklarının Tedavisi İçin Seçmeler Kitabı) adlı eserinde detaylıca anlattı. Bu kitap, sadece bir cerrahi el kitabı değil, aynı zamanda gözlemin, yeniliğin ve bilimsel metodun bir manifestosuydu. Eserinde, kullandığı aletlerin çizimlerini, ameliyat tekniklerinin adımlarını ve ameliyat sonrası bakım süreçlerini titizlikle belgeledi. Bu eser, nesiller boyu hekimlere rehberlik etti ve modern oftalmolojinin temellerini attı (Meyerhof, 1928, s. 40-45). O, adeta bugün tıp fakültelerinde okutulan modern cerrahi kitaplarının ilk versiyonunu kaleme almıştı.


Işığın Yayılışı: Ammar’ın Mirası ve Küresel Etkisi

Ammar’ın katarakt ameliyatındaki başarısı, İslam dünyasında hızla yayıldı. Onun geliştirdiği teknikler, diğer İslam hekimleri tarafından benimsendi, geliştirildi ve yeni nesillere aktarıldı. “Kitabü’l-Müntehab”ın kopyaları, Bağdat’tan Kahire’ye, Şam’dan Endülüs’e kadar tüm İslam coğrafyasındaki tıp medreselerinde okutuldu. Bilgi, bir nehir gibi akıyor, karanlıkları aydınlatıyordu. Ammar’ın geliştirdiği bu yöntem, özellikle yumuşak kataraktlar için çok daha etkiliydi ve bu, onun ününü daha da artırdı. O dönemde, Horasan ve Filistin’e de seyahatler yaparak bilgisini ve yeteneğini daha geniş coğrafyalara taşıdığı bilinmektedir.

Ancak Ammar’ın mirası sadece İslam dünyasıyla sınırlı kalmadı. 11. ve 12. yüzyıllardan itibaren, onun da dahil olduğu birçok İslam bilgininin eseri, Arapça’dan Latince’ye çevrilerek Avrupa’ya ulaştı. İspanya’daki Toledo şehri, bu çeviri hareketinin en önemli merkezlerinden biriydi. Ammar’ın “Kitabü’l-Müntehab”ı da Latince’ye çevrildi ve yüzyıllar boyunca Avrupa’daki tıp fakültelerinde ders kitabı olarak okutuldu. Onun geliştirdiği katarakt ameliyatı tekniği, Avrupa’da da uzun süre standart yöntemlerden biri olarak kullanıldı ve Canamusali (Ammar bin Ali’nin Latince karşılığı) olarak anıldı (Gibb, 1962, s. 120). Böylece, Ammar’ın yenilikçi ruhu, modern katarakt cerrahisinin temellerini atarak küresel bir etki yarattı.

Ammar, sadece bir cerrah değildi; o, aynı zamanda gözlemin, yeniliğin ve deneysel yaklaşımın öncüsüydü. Onun çalışmaları, bilimsel metodun önemini vurguluyor, hastalığın nedenlerini anlamaya ve daha etkili çözümler bulmaya yönelik arayışın bir sembolü oluyordu. Düşünsenize, 19. yüzyılda Robert Koch’un mikrop teorisiyle nasıl bir devrim yarattığını. İşte Ammar da, kendi döneminde, göz cerrahisinde benzer bir çığır açmıştı. Maalesef, Batı tıp tarihindeki bazı figürler kadar adı sıkça anılmasa da, onun katkıları, modern oftalmolojinin vazgeçilmez bir parçasıdır. O, tıp tarihinde adı yeterince anılmayan ancak çok önemli katkıları olan bir dehaydı. Onun geliştirdiği yöntemin bugünkü modern göz cerrahisine olan doğrudan etkisi, ameliyatların daha küçük kesilerle ve daha az invaziv şekilde yapılması felsefesinin kökenini oluşturur.


Sonuç

Ammar bin Ali el-Mevsılî… Bin yıl önce, elleriyle gözlere ışığı geri getiren, tıp tarihinde bir dönüm noktası yaratan büyük bir alim. Onun geliştirdiği katarakt ameliyatı tekniği, sadece bireylerin hayatını değil, aynı zamanda tüm bir bilimin gidişatını değiştirdi. Bilimsel cesareti, bitmek bilmeyen gözlem yeteneği ve insanlığa olan hizmet aşkı, günümüz tıp biliminin ilerlemesinde hala önemli bir ilham kaynağıdır.

Bugün, modern göz cerrahisi, Ammar’ın attığı o küçük tohumların devasa bir ağaca dönüşmüş hali. Fakoemülsifikasyon gibi gelişmiş tekniklerle katarakt ameliyatları çok daha güvenli ve hızlı. Ancak bu gelişmelerin temelinde, Ammar gibi öncülerin, gözün perdesini aralamak için gösterdiği azim ve bilgi yatıyor. O, bilginin, sadece aktarılması gereken bir miras değil, aynı zamanda geliştirilmesi, sorgulanması ve dönüştürülmesi gereken bir cevher olduğunu kanıtlamıştır.

Bir zamanlar perdenin ardında kalan ışık, Ammar’ın elleriyle yeniden dünyayı aydınlattı. Ve onun mirası, insanlığın bilime olan inancını ve şifa arayışını sonsuza dek aydınlatmaya devam edecek.


Kaynakça

  1. Elgood, C. (1951). A Medical History of Persia and the Eastern Caliphate. Cambridge University Press.
  2. Gibb, H. A. R. (1962). Arabic Literature: An Introduction. Clarendon Press.
  3. Hamidullah, M. (1992). İslam’da İlim ve Teknik. Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
  4. Meyerhof, M. (1928). The Book of Ten Treatises on the Eye ascribed to Hunain Ibn Is-hâq (809-877 A.D.) with some other treatises on the eye. Government Press, Cairo.
  5. Rosen, G. (1993). A History of Public Health. Johns Hopkins University Press.
  6. Saliba, G. (2007). Islamic Science and the Making of the European Renaissance. MIT Press.
  7. Topdemir, H. G. (2007). Bilim Tarihi ve İslam Bilim Tarihi Araştırmaları. Ankara Üniversitesi Yayınları.
0 0 0 0 0 0
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

Endülüs’ün Gözü: İbn-i Rüşd ve Retinanın Bilimsel Keşfi

HIZLI YORUM YAP

0 0 0 0 0 0