39,0265$% 0.27
44,1903€% 0.3
52,5722£% 0.31
4.159,46%0,89
6.826,00%0,85
27.220,00%0,86
3.320,81%0,79
9.475,21%0,81
Kur’an-ı Kerim, evrenin yaratılışındaki ince dengelere, doğadaki mucizevi olaylara dikkat çekerek insanlığın tefekkür ufkunu genişletir. Bu ayetlerden bazıları, denizlerin gizemli dünyasına, özellikle tatlı su ile tuzlu suyun yan yana bulunmasına rağmen birbirine karışmamasına işaret eder. Rahman Suresi’nde (55/19-20) bu durum şöyle ifade edilir: “İki denizi salıverdi, birbirleriyle karşılaşıyorlar. Aralarında bir engel vardır, birbirine karışmazlar.” Furkan Suresi’nde (25/53) ise daha detaylı bir açıklama bulunur: “O, iki denizi (yan yana) salıverendir; bu tatlı ve susuzluğu giderici, şu da tuzlu ve acıdır. Aralarına da görünmez bir perde ve aşılmaz bir engel koymuştur.” Bu ayetler ve benzerleri (örneğin Neml Suresi 61. ayet), ilk dönem İslam alimleri ve müfessirleri tarafından Allah’ın kudretinin ve yaratmasındaki hikmetin bir göstergesi olarak yorumlanmıştır. Müfessirler, bu ayetlerde bahsedilen “engel”in (berzah) fiziksel bir sınır olduğunu ve Allah’ın izniyle bu iki suyun özelliklerini koruduğunu belirtmişlerdir (Taberi, 1994, Cilt 27, s. 145; Zemahşeri, 2009, Cilt 4, s. 367). Farklı meallerde “engel”, “perde”, “sınır” gibi kelimelerle karşılanan bu kavram, o dönemdeki bilimsel anlayışın ötesinde bir gerçeğe işaret etmekteydi.
Kur’an’ın indirildiği 7. yüzyıl Arap Yarımadası, çöl ikliminin hakim olduğu, denizciliğin önemli bir geçim kaynağı olduğu bir bölgeydi. İnsanlar, denizlerin enginliğini, tuzlu suyun özelliklerini ve tatlı su kaynaklarının hayati önemini yakından biliyorlardı. Ancak, tatlı su nehirlerinin denizlere döküldüğü bölgelerde bu iki suyun nasıl olup da birbirine karışmadığına dair bilimsel bir anlayış henüz gelişmemişti. Dönemin bilgisi, daha çok pratik gözlemlere ve deneyimlere dayanıyordu. Bu bağlamda, Kur’an’ın bu doğal olaya dikkat çekmesi, o dönemin insanları için hem şaşırtıcı hem de düşündürücü bir durum olmalıydı. Vahyin bu incisi, insanların dikkatini çevrelerindeki mucizelere çekerek Allah’ın yaratmasındaki benzersizliği anlamalarına bir davetti. Tatlı suyun yaşam için vazgeçilmez olduğu bir coğrafyada, bu iki farklı suyun bir arada bulunması ve her birinin kendi özelliklerini koruması, ilahi bir düzenin varlığına işaret ediyordu.
Yüzyıllar sonra, modern oşinografi bilimi, Kur’an’da işaret edilen bu olayı bilimsel olarak açıklamayı başarmıştır. Tatlı su nehirlerinin denizlere döküldüğü haliçlerde ve kıyı bölgelerinde, tatlı ve tuzlu suyun karışmadığı belirgin sınırlar gözlemlenmektedir. Bu durumun temel nedeni, tatlı suyun yoğunluğunun tuzlu suya göre daha düşük olmasıdır. Nehirlerden gelen tatlı su, deniz yüzeyinde bir tabaka oluşturur ve tuzlu suyun altına doğru yavaşça ilerler. Yoğunluk farkının yanı sıra, akıntılar ve tuzluluk gradyanları da bu iki su kütlesi arasında keskin sınırlar oluşmasına katkıda bulunur (Gross, 1993, s. 125). Tuzluluk gradyanı, tuz oranının derinlikle birlikte kademeli olarak değiştiği bir geçiş zonunu ifade eder. Bu zon, iki farklı su kütlesinin özelliklerinin belirgin bir şekilde ayrıştığı bir bölgedir. Bilimsel araştırmalar, bazı haliçlerde ve boğazlarda bu sınırın oldukça keskin olduğunu ve uzun mesafeler boyunca korunabildiğini göstermiştir (Stommel & Farmer, 1953). Bu bilimsel açıklamalar, Kur’an’ın 1400 yıl önce işaret ettiği gerçeği gözler önüne sermektedir.
Tatlı ve tuzlu suyun karıştığı bölgeler, yani haliçler ve kıyısal sulak alanlar, yeryüzünün en özel ve biyoçeşitlilik açısından en zengin ekosistemlerinden birini oluşturur. Bu bölgeler, hem tatlı su hem de tuzlu su canlıları için uygun yaşam alanları sunar. Birçok deniz ve tatlı su canlısı türü, üreme, beslenme ve yavru büyütme gibi hayati ihtiyaçlarını bu geçiş zonlarında karşılar. Örneğin, bazı balık türleri tatlı sularda yumurtlar ve yavruları büyürken tuzlu sulara göç ederler. Aynı şekilde, bazı kabuklu deniz ürünleri ve diğer omurgasızlar da yaşam döngülerinin belirli evrelerinde bu karışım sularına ihtiyaç duyarlar (Kennish, 2004). Tatlı suyun getirdiği besin maddeleri ve tuzlu suyun mineral zenginliği, bu bölgelerdeki canlı yaşamının çeşitliliğini ve bolluğunu destekler. Bu hassas denge, sadece yerel ekosistemler için değil, küresel biyoçeşitlilik için de hayati öneme sahiptir. Bu bölgelerin korunması, birçok türün hayatta kalması ve deniz ekosistemlerinin genel sağlığı açısından kritik bir gerekliliktir.
Kur’an’ın dikkat çektiği tatlı su kaynakları, günümüz dünyasının en hayati sorunlarından biriyle doğrudan ilişkilidir. Dünya üzerindeki tatlı su kaynakları sınırlıdır ve bu kaynaklar, artan nüfus, sanayileşme, tarımsal faaliyetler, kuraklık ve iklim değişikliği gibi birçok faktörün etkisiyle ciddi tehdit altındadır. Birleşmiş Milletler verilerine göre, milyarlarca insan temiz ve güvenli içme suyuna erişimde zorluk çekmektedir ve bu durumun gelecekte daha da kötüleşmesi beklenmektedir (United Nations, 2023). Tatlı su kaynaklarının kirlenmesi, su ekosistemlerinin zarar görmesine, biyoçeşitliliğin azalmasına ve insan sağlığı sorunlarına yol açmaktadır. Kuraklık ve iklim değişikliği ise, özellikle su kıtlığı yaşayan bölgelerde tarımı olumsuz etkilemekte, gıda güvenliğini tehdit etmekte ve toplumsal gerilimlere neden olmaktadır. Tatlı su kaynaklarının korunması ve sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesi, insanlığın geleceği için hayati bir zorunluluktur.
Kur’an-ı Kerim’deki bu tür doğal olaylara yapılan vurgu, sadece bilimsel bir gerçeğe işaret etmekle kalmaz, aynı zamanda evrendeki hassas dengeye ve Allah’ın yaratmasındaki mükemmelliğe de dikkat çeker. Tatlı ve tuzlu suyun yan yana bulunmasına rağmen karışmaması, doğadaki birçok dengeden sadece biridir. Bu denge, Allah’ın sonsuz kudretinin ve hikmetinin bir göstergesidir. Kur’an, insanı bu dengeleri tefekkür etmeye, doğanın yasalarını anlamaya ve bu yasalarla uyum içinde yaşamaya davet eder. Aynı zamanda, insanın bu dengeyi bozmaması, doğal kaynakları israf etmemesi ve gelecek nesillerin hakkını gözetmesi gerektiği konusunda da önemli mesajlar verir. Tatlı su kaynaklarının korunması, kirliliğin önlenmesi ve suyun tasarruflu kullanılması, insanın bu sorumluluğunun bir gereğidir. Kur’an’ın doğaya ve çevreye yönelik bu bütüncül yaklaşımı, günümüz dünyasının karşı karşıya olduğu ekolojik sorunlara karşı önemli bir rehberlik sunmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’deki tatlı ve tuzlu suyun karışmamasıyla ilgili ayetler, günümüz insanını doğal dünyanın mucizelerini derinlemesine tefekkür etmeye davet eder. Bu ayetler, suyun sadece hayati bir ihtiyaç maddesi olmanın ötesinde, Allah’ın yaratmasındaki ince detayları ve hassas dengeyi gösteren bir mucize olduğunu hatırlatır. Tatlı su kaynaklarının sınırlılığı ve karşı karşıya olduğu tehditler düşünüldüğünde, bu ayetlerin verdiği mesaj daha da anlam kazanır. İnsanlık olarak, su kaynaklarının değerini daha iyi anlamalı, bu kaynakları koruma ve sürdürülebilir bir şekilde kullanma konusunda daha bilinçli hareket etmeliyiz. Kur’an’ın doğaya yönelik bu dikkat çekici vurgusu, bizleri sadece bilimsel gerçekleri anlamaya değil, aynı zamanda ahlaki ve manevi sorumluluklarımızı da idrak etmeye teşvik eder. Tatlı ve tuzlu suyun gizemli buluşması, bizlere doğanın dengesini bozmamamız, kaynakları israf etmememiz ve gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmamız gerektiğini hatırlatan ilahi bir işarettir.
Kaynaklar:
Kalbin Gizli Bilgeliği: İlm-i Ledün’ün Kaynağı, Mahiyeti ve İnsan Ruhundaki Yankısı