39,0314$% 0.29
44,2181€% 0.39
52,7998£% 0.79
4.204,37%1,98
6.857,00%1,30
27.333,00%1,27
3.354,90%1,83
9.353,24%-1,29
965 yılında, Fırat ve Dicle nehirlerinin kucakladığı, ilmi ve kültürel canlılığıyla bilinen Basra’da, geleceğin büyük optik bilimcisi İbnü’l-Heysem dünyaya geldi. Tam adı Ebû Alî el-Hasan ibn el-Hasan ibn el-Heysem olan bu dâhi, çocukluğundan itibaren bilginin büyülü dünyasına karşı doymak bilmez bir merak besliyordu. Genç yaşta tıp, matematik, felsefe ve astronomi gibi farklı ilim dallarıyla ilgilenmeye başladı. Ancak onun zihnini en çok meşgul eden konu, ışığın ve görme olayının gizemiydi. Gözümüzün nasıl gördüğü, ışığın doğası ve evrendeki hareketleri, İbnü’l-Heysem’in düşüncelerinde sürekli bir yankı buluyordu. Antik Yunan’dan gelen teorilere eleştirel bir gözle yaklaşan genç İbnü’l-Heysem, basit gözlemlerle dahi bu teorilerdeki boşlukları fark edebiliyordu. Bu dönemdeki bilgiye olan tutkusu ve sorgulayıcı zihni, onu ileride optik bilimine çığır açan katkılar yapmaya yöneltecek ilk adımlardı (Sabra, 1978, s. 153).
İbnü’l-Heysem’in ünü, Basra’nın sınırlarını aşarak Mısır’a kadar ulaşmıştı. Dönemin Fatımi Halifesi Hâkim bi-Emrillah, Nil Nehri’nin debisini düzenleyerek sellere son verme ve kuraklığı engelleme gibi devasa bir proje için İbnü’l-Heysem’i Mısır’a davet etti. İbnü’l-Heysem, teorik bilgisiyle bu projeyi üstlenmeye gönüllü oldu. Ancak Nil’in eşsiz doğası ve o dönemin teknolojik imkanlarının yetersizliği nedeniyle proje başarısızlıkla sonuçlandı. Halifenin hışmından kurtulmak için akıl hastalığı taklidi yapmak zorunda kalan İbnü’l-Heysem, bu zorlu süreçte kendisini tamamen bilime adadı. Evine kapanarak optik ve diğer bilim dallarındaki çalışmalarına hız verdi. Kâhire’nin entelektüel ortamı ve zengin kütüphaneleri, onun için bir tür inziva ve bilimsel verimlilik dönemi oldu. Bu süreçte, gelecekteki başyapıtı olan “Kitâbü’l-Menâzır”ın temellerini attı ve görme olayına dair devrimci fikirlerini olgunlaştırdı (Saliba, 2007, s. 13-17).
İbnü’l-Heysem’den önceki dönemlerde, özellikle Antik Yunan’dan gelen iki temel görme teorisi hakimdi: Emisyon Teorisi. Öklid ve Batlamyus gibi büyük düşünürler tarafından savunulan bu teoriye göre, gözden çıkan ışık ışınları nesnelere çarparak görme duyusunu oluşturuyordu. Ancak İbnü’l-Heysem, bu teoriye karşı ciddi eleştiriler getirdi. Bir ışık kaynağı olmadan nasıl görebildiğimizi, karanlıkta neden göremediğimizi sorguladı. En önemlisi, eğer gözden ışık çıksaydı, güneşe baktığımızda gözümüzün neden acıdığını ve kör olma riski taşıdığını sordu. İbnü’l-Heysem, yaptığı gözlemler ve akıl yürütmeler sonucunda, görme olayının gözden ışık çıkmasıyla değil, nesnelerden yansıyan ışığın göze girmesiyle gerçekleştiği fikrini, yani intromisyon (içe alma) teorisini ortaya koydu (Sabra, 1978, s. 165). Bu devrimci teori, o döneme kadar hakim olan düşünce yapısını tamamen değiştirerek optik biliminin temelini yeniden şekillendirdi.
İbnü’l-Heysem’in bilimsel dehasının zirve noktası, “Kitâbü’l-Menâzır” (Optik Kitabı) adlı yedi ciltten oluşan başyapıtıdır. Yaklaşık 1021 yılında tamamladığı bu eser, optik bilimi tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Eserin temel amacı, ışığın doğasını, görme olayını ve optik aletlerin çalışma prensiplerini kapsamlı bir şekilde açıklamaktı. “Kitâbü’l-Menâzır”, gözün anatomisi ve fizyolojisi, ışığın yansıması, kırılması, aynalar, mercekler, karanlık oda (camera obscura) ve görme algısı gibi birçok konuyu detaylı bir şekilde ele almaktadır. Eserin en önemli özelliklerinden biri, İbnü’l-Heysem’in teorilerini sadece akıl yürütmeye değil, aynı zamanda titiz bilimsel gözlem ve deneylere dayandırmasıydı. Her bir iddia, laboratuvarda yapılan deneylerle destekleniyor, elde edilen veriler sistematik bir şekilde analiz ediliyordu. Bu, modern bilimin temelini oluşturan deneysel metodolojinin ilk ve en parlak örneklerinden biriydi (Rashed, 2007, s. 37-45).
İbnü’l-Heysem, “Kitâbü’l-Menâzır”da sadece teorik açıklamalar yapmakla kalmadı, aynı zamanda bu açıklamaları deneylerle ispatlamaya büyük önem verdi. Onun bilimsel metodolojisi, modern bilimsel araştırmaların temelini atmıştır. Özellikle karanlık oda (camera obscura) deneyleri, onun ne denli ileri görüşlü bir bilim insanı olduğunu göstermektedir. Karanlık bir odanın bir duvarına açılan küçük bir delikten giren ışığın, karşı duvarda dışarıdaki görüntüyü ters olarak yansıtmasını gözlemlemiştir. Bu deneyleri detaylıca açıklamış ve görüntünün nasıl oluştuğunu matematiksel olarak analiz etmiştir. Karanlık oda prensibi, günümüz fotoğrafçılığının ve optik aletlerin temelini oluşturmaktadır. İbnü’l-Heysem, ışığın düz bir çizgi halinde yayıldığını, ışık ışınlarının bir kaynaktan çıktığını ve göze ulaştığında görme duyusunun oluştuğunu bu deneylerle kanıtlamıştır. Onun bu deneysel yaklaşımı, bilimin dogmalardan kurtularak somut verilere dayanmasının önünü açmıştır (Gutas, 1998, s. 147-150).
“Kitâbü’l-Menâzır”da İbnü’l-Heysem, ışığın yansıması ve kırılması üzerine yaptığı derinlemesine çalışmalarla optik bilimine önemli katkılarda bulunmuştur. Işığın düzlem aynalardan ve küresel aynalardan nasıl yansıdığını, yansıma açısının geliş açısına eşit olduğunu matematiksel olarak göstermiştir. Farklı ortamlarda (örneğin hava ve su arasında) ışığın nasıl kırıldığını, kırılma açısının ortamların yoğunluğuna bağlı olduğunu incelemiştir. Hatta atmosferdeki ışık kırılması nedeniyle gök cisimlerinin ufukta olduğundan daha yüksek görünmesi gibi optik illüzyonları da açıklamıştır. İbnü’l-Heysem’in bu konulardaki sistematik incelemeleri, kendisinden sonraki bilim insanlarına rehberlik etmiş ve Snell Yasası olarak bilinen kırılma yasasının öncüsü olmuştur. Işığın geometrik davranışını büyük bir hassasiyetle incelemesi, onun optik biliminin temellerini sağlamlaştırdığını göstermektedir.
İbnü’l-Heysem, görme olayını sadece fiziksel bir süreç olarak ele almamış, aynı zamanda gözün anatomik yapısını ve görme fizyolojisini de derinlemesine incelemiştir. Gözün bir kamera gibi çalıştığı fikrini ortaya atmıştır. Gözün merceği, retinası ve optik sinirleri gibi temel yapılarının işleyişini detaylı bir şekilde açıklamıştır. Işığın mercekten geçerek retinada bir görüntü oluşturduğunu ve bu görüntünün optik sinirler aracılığıyla beyne iletildiğini doğru bir şekilde tespit etmiştir. Görme olayının sadece fiziksel bir ışık alımı değil, aynı zamanda beyinde gerçekleşen sinirsel ve zihinsel bir yorumlama süreci olduğunu anlaması, onu dönemin diğer bilim insanlarından ayıran önemli bir özelliktir (Lindberg, 1976, s. 58-61). Bu sayede, görme bozukluklarının nedenlerini ve düzeltme yöntemlerini de daha iyi anlamıştır. İbnü’l-Heysem’in göz ve görme üzerine yaptığı bu çalışmalar, modern oftalmolojinin de temelini atmıştır.
İbnü’l-Heysem’in “Kitâbü’l-Menâzır” adlı eseri, 12. yüzyılda Gerard of Cremona tarafından Latinceye çevrilerek Avrupa’da “Alhazen” olarak tanınmaya başlandı. Bu çeviri, Batı dünyasında optik biliminin gelişimi üzerinde devrimci bir etki yarattı. Roger Bacon, Johannes Kepler ve René Descartes gibi Batılı bilim insanları, Alhazen’in eserlerinden büyük ölçüde etkilenmiş ve onun çalışmalarını kendi teorilerine temel almışlardır. Roger Bacon, Alhazen’in deneysel metodolojisinden ilham alarak modern bilimin temellerini atmıştır. Johannes Kepler, gözün bir kamera gibi çalıştığı fikrini Alhazen’den alarak optik yasalarını geliştirmiştir. René Descartes ise ışığın kırılması üzerine yaptığı çalışmalarda Alhazen’in eserlerine atıfta bulunmuştur (Grant, 1974, s. 423-425). İbnü’l-Heysem’in optik bilimine olan kalıcı katkıları, onu sadece İslam bilim tarihinde değil, dünya bilim tarihinde de önemli bir figür haline getirmiştir. Onun deneysel metodolojisi, ışığın doğasına dair çığır açan keşifleri ve görme olayına getirdiği yeni bakış açısı, günümüz optik, fizik ve bilim felsefesine bıraktığı eşsiz bir mirastır. Karanlığın ardındaki ışığı çözen bu bilge, bilimin yolunu aydınlatmaya devam etmektedir.
Kaynaklar:
Hastalıkların Perdesini Aralayan Bilge: Ebû Bekir er-Râzî’nin Akıl ve Deneyle Aydınlattığı Tıp ve Kimya Dünyası