DOLAR

39,0309$% 0.29

EURO

44,2151% 0.38

STERLİN

52,7143£% 0.62

GRAM ALTIN

4.198,36%1,83

ÇEYREK ALTIN

6.850,00%1,20

TAM ALTIN

27.323,00%1,22

ONS

3.347,67%1,61

BİST100

9.390,81%-0,89

a
  • cooktatlıhayat
  • Bilimden Notlar
  • Kalbin Fısıltıları, Aklın Çıkmazları: Gazzâlî’nin (1058-1111) Bilgiye Adanmış Çileli Ömrü ve İslam Düşüncesine Bıraktığı Ebedi Miras

Kalbin Fısıltıları, Aklın Çıkmazları: Gazzâlî’nin (1058-1111) Bilgiye Adanmış Çileli Ömrü ve İslam Düşüncesine Bıraktığı Ebedi Miras

Horasan’ın Bereketli Topraklarında Bir Tohum: Gazzâlî’nin Erken Yaşamı ve İlme Susuzluğu

On birinci yüzyılın ortaları, İslam dünyasının entelektüel ve siyasi açıdan oldukça hareketli bir dönemine işaret eder. İşte bu hareketli çağda, 1058 yılında, bugün İran’ın kuzeydoğusunda yer alan Horasan bölgesinin Tus şehrinde, İslam düşüncesine yön verecek bir isim olan Ebû Hâmid Muhammed el-Gazzâlî dünyaya geldi. Tus, o dönemde köklü bir ilim geleneğine sahipti ve genç Gazzâlî, bu bereketli entelektüel ortamda yetişti. Henüz küçük yaşlarda ilme karşı büyük bir susuzluk duyan Gazzâlî, başta babasından ve sonra da yörenin ileri gelen âlimlerinden ilk eğitimini aldı. Özellikle fıkıh (İslam hukuku), kelam (İslam teolojisi) ve mantık gibi temel İslam ilimlerinde derinleşti.

    Gazzâlî’nin ilim yolculuğundaki dönüm noktası, Nişabur’a gitmesi ve dönemin en büyük kelamcılarından İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî’nin öğrencisi olmasıyla gerçekleşti. Cüveynî’nin engin bilgisi ve eleştirel düşünce yapısı, Gazzâlî’nin zihnini besledi. Kısa sürede hocasının en parlak öğrencisi haline gelen Gazzâlî, kelam ve fıkıhta üstün bir yetenek sergiledi. Cüveynî’nin vefatının ardından, dönemin kudretli veziri Nizâmülmülk tarafından 1091 yılında Bağdat’taki ünlü Nizamiye Medresesi’ne başmüderris (profesör) olarak atanması, onun şöhretini tüm İslam dünyasına yaydı. Bağdat Nizamiye Medresesi, o dönemde İslam dünyasının en prestijli eğitim kurumuydu ve Gazzâlî, burada verdiği derslerle kısa sürede büyük bir üne kavuştu (Watt, 1962, s. 29-37). Derslerine binlerce öğrenci katılıyor, fetvaları dört bir yanda yankılanıyordu. Ancak bu parlak şöhret, Gazzâlî’nin iç dünyasında başlayacak olan büyük bir arayışın sadece başlangıcıydı.


    Aklın Sınırlarında Bir Deneme: Felsefeye Yönelişi ve Eleştirel Bakışı

    Gazzâlî, Bağdat’taki akademik kariyerinin zirvesindeyken, dönemin en etkili düşünce akımlarından olan felsefeye eleştirel bir gözle yöneldi. Özellikle İbn Sînâ ve Fârâbî gibi “Meşşâî” (Peripatetik) filozofların eserleri, İslam dünyasında büyük yankı uyandırmıştı. Gazzâlî, hakikati bulma arayışında, felsefenin de bu arayışa bir kapı olup olmadığını anlamak için felsefi metinleri derinlemesine incelemeye karar verdi. Kendisini bir bilim insanı gibi felsefenin içine atarak, filozofların eserlerini kendi düşüncelerine herhangi bir önyargıyla yaklaşmadan okudu. Amacı, felsefenin tüm inceliklerini kavramak ve ardından kendi eleştirilerini bu sağlam temel üzerine inşa etmekti.

    Gazzâlî, bu yoğun çalışma sonucunda, felsefenin özellikle mantık ve matematik gibi alanlarda faydalı bilgiler sunabildiğini kabul etti. Ancak metafizik (varlık, Tanrı, ruh gibi konular) alanındaki iddialarını eleştirel bir süzgeçten geçirdi. Ona göre, filozofların bu konulardaki bazı iddiaları, dini inançlarla çelişiyordu ve akli olarak da kesin bir temele sahip değildi. Felsefenin akla dayalı yönteminin, metafizik gibi aşkın konuları tam olarak kavrayamayacağını savundu. Gazzâlî, aklın belirli sınırlar içinde işlediğini ve bu sınırların ötesine geçtiğinde yanılgılara düşebileceğini düşündü. Bu eleştirel bakış açısı, onun daha sonra yazacağı önemli eserlerin temelini oluşturdu (Gazzâlî, el-Munkız mine’d-Dalâl, Çev. H. Yurdaydın, 2011, s. 55-60).


    Filozofların Tutarsızlığı: “Tehâfütü’l-Felâsife”nin Yankıları

    Gazzâlî’nin felsefeye yönelik eleştirel incelemelerinin doruk noktası, 1095 yılında kaleme aldığı “Tehâfütü’l-Felâsife” (Filozofların Tutarsızlığı) adlı çığır açıcı eseridir. Bu eseri yazma motivasyonu, filozofların bazı iddialarının hem akli hem de dini açıdan tutarsız olduğunu göstermekti. Gazzâlî, eserde filozofların yirmi temel meselesine (mesele-i işrin) odaklandı ve bu meselelerin on yedisinde bid’at, üçünde ise küfürle itham edilebileceklerini savundu (Gazzâlî, Tehâfütü’l-Felâsife, Çev. Bekir Karlığa, 1999, s. 15-20).

    Özellikle eleştirdiği üç temel mesele şunlardı:

    1. Âlemin ezeliliği: Filozoflar, âlemin Tanrı ile birlikte ezeli olduğunu savunurken, Gazzâlî, âlemin sonradan yaratıldığı (hudûs) görüşünü savundu.
    2. Tanrı’nın cüz’ileri bilmemesi: Filozoflar, Tanrı’nın külli bilgisi olduğunu ancak tek tek olayları (cüz’iyat) bilmediğini iddia ederken, Gazzâlî, Tanrı’nın her şeyi tam olarak bildiğini savundu.
    3. Bedensel haşrin imkansızlığı: Filozoflar, ölümden sonra sadece ruhun dirileceğini, bedenin dirilişinin imkansız olduğunu söylerken, Gazzâlî, hem ruhun hem de bedenin dirileceğini (bedensel haşir) savundu.

    “Tehâfütü’l-Felâsife”, İslam felsefesi üzerinde derin yankılar uyandırdı. Eser, felsefenin belirli konulardaki otoritesini sarsarken, kelam ilminin (İslam teolojisi) önemini yeniden vurguladı. Eserin ardından İbn Rüşd gibi filozoflar tarafından “Tehâfütü’t-Tehâfüt” (Tutarsızlığın Tutarsızlığı) gibi karşı eleştiriler yazılsa da, Gazzâlî’nin eseri, İslam düşünce tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Bu eser, aklın sınırlarını sorgulayan ve metafizik konulara yaklaşımdaki metodolojik farklılıkları gözler önüne seren önemli bir tartışma başlattı.


    Şüphelerden Teslimiyete: Büyük Ruhsal Bunalım ve İnziva Yılları

    Gazzâlî’nin entelektüel arayışları ve felsefeyi derinlemesine incelemesi, onu derin bir ruhsal krize ve epistemolojik şüpheciliğe sürükledi. Zihni, öğrendiği her şeyi sorgulayan bir şüphe tufanına kapılmıştı. Duyuların ve aklın bile kesin bilgiye ulaşmada yetersiz kalabileceği düşüncesi, onu derinden etkiledi. Bu şüphecilik, onun akademik kariyerini sorgulamasına, kazandığı şöhretin anlamsızlaşmasına ve içsel bir boşluğa düşmesine neden oldu. Zihinsel yorgunluk ve içsel çatışmalar, onu fiziksel olarak da etkiledi; konuşma güçlüğü yaşamaya başladı ve yeme içmeden kesildi (Gazzâlî, el-Munkız mine’d-Dalâl, Çev. H. Yurdaydın, 2011, s. 65-70).

    1095 yılında, bu ruhsal bunalımın zirvesinde, Gazzâlî, Bağdat’taki Nizamiye Medresesi’ndeki parlak kariyerini aniden terk etti. Şöhreti, zenginliği ve makamı bir kenara bırakarak, kendini hakikate adanmış bir derviş gibi inzivaya çekti. Bu inziva dönemi yaklaşık on yıl sürdü ve bu süreçte Şam, Kudüs ve Hicaz gibi kutsal topraklarda bulundu. Bu yalnızlık ve derin düşünce dolu yıllar, onun hakikati sadece akıl yoluyla değil, kalp ve ruh yoluyla da arayışına vesile oldu. Tasavvufun (İslam mistisizmi) pratiklerini deneyimledi, zikir ve tefekkürle meşgul oldu. Bu inziva, onun ruhsal dönüşümünü sağladı ve onu şüphecilikten ilahi teslimiyete doğru bir yolculuğa çıkardı. Gazzâlî, inzivasının sonunda, kesin bilgiye sadece aklın değil, aynı zamanda kalbin ve ilahi ilhamın da rehberliğiyle ulaşılabileceği inancına vardı.


    Din İlimlerinin Yeniden İhyası: “İhyâü Ulûmi’d-Dîn”in Doğuşu ve İçeriği

    İnziva döneminin ardından, Gazzâlî’nin kaleminden İslam düşüncesine yön veren başyapıtı “İhyâü Ulûmi’d-Dîn” (Din İlimlerinin İhyası) doğdu. Bu eseri yazma amacı, dönemin İslam ilimlerinin yozlaşmaya başladığını düşündüğü bir zamanda, dinin ruhunu canlandırmak, şeriatın (İslam hukuku) zahiri kuralları ile tasavvufun batıni derinliğini bir araya getirmekti. “İhyâ”, dört ana bölümden oluşmaktadır ve her bölüm, dinî yaşamın farklı yönlerini ele alır:

    1. İbadetler Kitabı (Kitâbü’l-İbâdât): Namaz, oruç, zekât, hac gibi temel ibadetlerin hem zahiri (şekli) hem de batıni (ruhsal) boyutlarını inceler.
    2. Âdetler Kitabı (Kitâbü’l-Âdât): Yeme, içme, evlilik, iş hayatı gibi günlük yaşamın âdetlerini İslam ahlakı açısından değerlendirir.
    3. Kurtarıcı Sırlar Kitabı (Kitâbü’l-Mühlikât): İnsanı ahlaken bozan kibir, haset, riya gibi içsel hastalıklardan kurtulmanın yollarını gösterir.
    4. Helal ve Haramlar Kitabı (Kitâbü’l-Münciyât): Tevbe, sabır, şükür, tevekkül, Allah’a duyulan sevgi gibi insanı kurtuluşa götürecek erdemleri açıklar.

    “İhyâü Ulûmi’d-Dîn”, tasavvufu şeriatla uzlaştırma çabasıyla öne çıkar. Gazzâlî, tasavvufu şeriattan ayrı, kuralsız bir yol olarak gören anlayışları eleştirmiş, gerçek tasavvufun ancak şeriatın sınırları içinde yaşanabileceğini savunmuştur. Bu eser, yüzyıllar boyunca İslam dünyasında en çok okunan ve üzerine yorumlar yazılan kitaplardan biri olmuş, İslam düşüncesindeki tasavvuf-şeriat denge arayışına önemli bir yön vermiştir (Winter, 2008, s. 1-10).


    Kelamdan Tasavvufa: Bilginin Farklı Katmanları

    Gazzâlî’nin entelektüel serüveni, kelam ilmini (İslam teolojisi) savunma ve açıklama yöntemlerinden tasavvufun derinliklerine uzanan geniş bir yelpazeyi kapsar. Kelam ilmini, dini inançları akli delillerle savunmak ve şüpheleri gidermek için önemli bir araç olarak görmüştür. Mantık ilmine de büyük önem vermiş, mantığı doğru düşünmenin ve bilgi edinmenin vazgeçilmez bir aracı olarak kullanmıştır. Özellikle “Mîzânü’l-Amel” (Amel Terazisi) gibi eserlerinde mantık kurallarını açıklamıştır.

    Ancak Gazzâlî, bilginin sadece akli ve nakli (metinsel) kaynaklarla sınırlı kalmadığına inanıyordu. Onun için tasavvuf, sadece bir zühd (dünyadan el etek çekme) ve riyazet (nefsi terbiye) yolu değil, aynı zamanda hakikate, yani Tanrı’ya ulaşmanın en derin ve kişisel deneyim yolu idi. Tasavvufun, kalbi temizleyerek ve ilahi ilhamı alarak kesin bilgiye (keşif) ulaşmayı sağladığını savunmuştur. Gazzâlî, şeriat ile tasavvuf arasındaki dengeyi bulmaya çalıştı. Ona göre, şeriat bedenin, tasavvuf ise ruhun gıdasıydı; ikisi birbirinden ayrı düşünülemezdi. Bu denge arayışı, İslam düşüncesindeki tasavvuf anlayışını büyük ölçüde etkilemiş ve onu daha geniş kitlelere ulaştırmıştır (Frank, 1994, s. 25-35).


    İlimlerin Sınıflandırılması ve Bilgi Kuramı: Gazzâlî’nin Epistemolojisi

    Gazzâlî’nin düşünce sisteminde bilgi (epistemoloji) merkezi bir yer tutar. O, bilginin kaynaklarına ve kesinliğine dair derinlemesine düşünmüş, şüpheciliğini aşarak kesin bilgiye (yakîn) ulaşma metotlarını araştırmıştır. Gazzâlî, bilgi edinme yollarını dört temel kategoriye ayırmıştır:

    1. Duyular (Havâss): Dış dünyayı algılamamızı sağlayan temel bilgi kaynağıdır. Ancak duyuların yanıltıcı olabileceği konusunda uyarmıştır.
    2. Akıl (Akıl): Mantık ve muhakeme yoluyla bilgi edinmemizi sağlar. Felsefeyi eleştirmesine rağmen, aklın belirli sınırlar içinde önemli bir bilgi kaynağı olduğunu kabul etmiştir.
    3. Vahiy (Vahy): Peygamberler aracılığıyla gelen ilahi bilgi olup, en kesin ve güvenilir bilgi kaynağıdır.
    4. İlham/Keşif (İlhâm/Keşf): Tasavvuf yoluyla, kalbin temizlenmesi ve ruhsal arınma sayesinde elde edilen, ilahi kaynaktan gelen sezgisel bilgi. Gazzâlî, bu bilginin, aklın ulaşamayacağı hakikatlere kapı araladığını savunmuştur.

    Gazzâlî’nin şüpheciliği, onu kesin bilgiye ulaşma arayışına itmiştir. Ona göre, kesin bilgi, o bilginin aksinin imkansız olduğunun anlaşılmasıyla elde edilir. Bu bilgiye ulaşmak için akli delillerin yanı sıra, tasavvufi deneyim ve ilhamın da önemli rol oynadığını vurgulamıştır. Onun bilgi kuramı, akıl ile kalbin, zahir ile batının, şeriat ile tasavvufun bir bütün olduğunu savunan bütüncül bir yaklaşımdır (Ormsby, 1984, s. 110-125). Bu yaklaşım, İslam düşüncesinde bilgi ve hakikat anlayışına yeni bir boyut kazandırmıştır.


    İslam Düşüncesine Kalıcı Bir Damga: Gazzâlî’nin Mirası

    Gazzâlî, 1111 yılında vefat ettiğinde, İslam düşünce tarihine silinmez bir damga vurmuştu. Eserleri, sonraki dönem İslam dünyasında felsefecilik, kelamcılar ve mutasavvıflar üzerinde derin ve kalıcı etkiler bırakmıştır. “Tehâfütü’l-Felâsife” ile felsefeye yönelik eleştirel bir bakış açısı getirirken, “İhyâü Ulûmi’d-Dîn” ile İslam ilimlerinin ruhunu canlandırmış ve tasavvufu ana akım İslam düşüncesiyle barıştırmıştır.

    Gazzâlî’nin mirası sadece İslam dünyasıyla sınırlı kalmamış, eserleri Latinceye çevrilerek Batı düşüncesini de etkilemiştir. Özellikle Aquinolu Thomas gibi Hristiyan düşünürler ve daha sonra Blaise Pascal gibi filozoflar üzerinde onun düşüncelerinin izleri görülür. Pascal’ın kalp ve akıl arasındaki dengeye vurgu yapması, Gazzâlî’nin epistemolojik yaklaşımıyla benzerlikler taşır.

    Günümüz düşünce ve felsefe tarihinde de Gazzâlî, şüpheciliği, bilgi kuramı, etik anlayışı ve İslam düşüncesindeki sentezci rolüyle saygın bir konuma sahiptir. İslam dünyasında “Huccetü’l-İslam” (İslam’ın Delili) unvanıyla anılması, onun İslam’ı akli ve ruhsal derinliğiyle savunan önemli bir âlim olarak kabul edildiğinin göstergesidir. Gazzâlî’nin kalbin fısıltılarını dinlerken aklın çıkmazlarını aşan bu çileli ömrü, bilgiye adanmışlığın ve hakikat arayışının ebedi bir mirası olarak yaşamaya devam edecektir.


    Kaynaklar:

    1. Browne, E. G. (1921). Arabian Medicine. Cambridge University Press.
    2. Frank, R. M. (1994). Al-Ghazali and the Ash’arite School. Duke University Press.
    3. Gazzâlî. (1999). Tehâfütü’l-Felâsife (Filozofların Tutarsızlığı). Çev. Bekir Karlığa. Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
    4. Gazzâlî. (2011). el-Munkız mine’d-Dalâl (Dalaletten Kurtuluş). Çev. H. Yurdaydın. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları.
    5. Ormsby, E. L. (1984). Theodicy in Islamic Thought: The Dispute Over the Problem of Evil in the Classical Period. Princeton University Press.
    6. Watt, W. M. (1962). Muslim Intellectual: A Study of Al-Ghazali. Edinburgh University Press.
    7. Winter, T. J. (2008). Introduction. In A. F. Ghazali, The Revival of the Religious Sciences (Vol. 1, pp. 1-20). Fons Vitae.

    0 0 0 0 0 0
    YORUMLAR

    s

    En az 10 karakter gerekli

    Sıradaki haber:

    Işığın Sırrını Çözen Bilge: İbnü’l-Heysem’in Görme Dünyasına Yeni Bir Bakış Açısı

    HIZLI YORUM YAP

    0 0 0 0 0 0