39,0321$% 0.29
44,2109€% 0.37
52,7523£% 0.69
4.221,88%1,68
6.865,00%1,36
27.380,00%1,39
3.343,86%1,49
9.352,72%-1,29
İlm-i Ledün, İslam düşünce geleneğinde kalbin derinliklerine ilahi bir feyizle doğduğuna inanılan, doğrudan ve gizli bir bilgi türünü ifade eder. Bu kavramın kökenleri, bizzat Kur’an-ı Kerim’in ayetlerine ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hadislerine dayanmaktadır. Özellikle Kehf Suresi’nde anlatılan Hz. Musa ve Hz. Hızır kıssası, İlm-i Ledün’ün en temel dayanağı olarak kabul edilir. Kuran’da, Hz. Hızır’ın Hz. Musa’nın anlayamadığı, zahiren haksız gibi görünen eylemleri (bir gemiyi delmesi, bir çocuğu öldürmesi, yıkılmaya yüz tutmuş bir duvarı tamir etmesi) anlatılırken, bu eylemlerin ardındaki hikmetin Allah tarafından kendisine öğretilen özel bir bilgi (İlm-i Ledün) sayesinde olduğu belirtilir (Kehf, 18/65-82). Ayette geçen “Ona katımızdan bir ilim öğretmiştik” ifadesi, bu özel bilginin kaynağının doğrudan Allah Teâlâ olduğunu açıkça ortaya koymaktadır (Taberi, 1994, Cilt 15, s. 358).
Hadis-i şeriflerde de İlm-i Ledün’e işaret eden rivayetler bulunmaktadır. Bazı hadislerde, Allah’ın bazı kullarına hikmet dolu, özel bilgiler ihsan ettiği ifade edilir (Tirmizi, İlim, 12). Bu rivayetler, İlm-i Ledün’ün sadece peygamberlere özgü bir bilgi türü olmadığını, Allah’ın dilediği salih kullarına da lütfedebileceğini göstermektedir. İlm-i Ledün teriminin İslami literatürdeki ilk kullanımları ise genellikle sufi tefsirlerde ve ariflerin eserlerinde görülür. Bu âlimler, Kur’an ve sünnetteki bu işaretleri derinlemesine tefekkür ederek İlm-i Ledün kavramının mahiyetini ve önemini açıklamaya çalışmışlardır (Kuşeyri, 2000, s. 145).
İlm-i Ledün’ün temel mahiyeti, vasıtasız ve doğrudan bilgi olmasıdır. Bu bilgi türü, akli çıkarımlar, deneyler veya nakli bilgiler (kitaplar, rivayetler vb.) aracılığıyla değil, doğrudan Allah’ın lütfuyla, kulun kalbine ilham edilmesi, keşf yoluyla açılması veya tecelli etmesiyle elde edilir. Vahiy, peygamberlere özgü olan bu doğrudan bilginin en üst düzeyidir. İlm-i Ledün ise, peygamber olmayan bazı seçkin kullara da ihsan edilebilen, vahiy benzeri bir doğrudan bilgi kaynağı olarak kabul edilir. Sufiler, nefis terbiyesi ve manevi yolculukta derinleşen kalplerin, ilahi feyizlere mazhar olarak bu tür bir bilgiye ulaşabileceğine inanırlar (Gazali, 2003, Cilt 1, s. 87).
İlm-i Ledün’ün akli ve nakli ilimlerden temel farkları bulunmaktadır. Akli ilimler, insan aklının mantıksal çıkarımları ve düşünce süreçleriyle elde edilirken, nakli ilimler, Kur’an, sünnet ve önceki âlimlerin eserleri gibi yazılı veya sözlü kaynaklara dayanır. İlm-i Ledün ise, bu araçlara ihtiyaç duymadan, doğrudan kalbe doğan bir tür ilahi bilgidir. Bu nedenle, İlm-i Ledün sahibi olduğu düşünülen kişilerin, bazen akıl ve mantıkla açıklanamayan bilgilere ve hikmetlere sahip oldukları rivayet edilir. Ancak bu durum, İlm-i Ledün’ün akla ve nakle tamamen zıt olduğu anlamına gelmez. Aksine, sufiler ve arifler, İlm-i Ledün’ün akıl ve nakil yoluyla elde edilen bilgileri derinleştirdiğine, onların iç yüzünü ve hikmetini anlamaya yardımcı olduğuna inanırlar (İbn Arabi, 2006, s. 56).
İslami düşüncede ilimler genellikle farklı kategorilere ayrılmıştır. Akli ilimler (felsefe, mantık, matematik vb.), nakli ilimler (tefsir, hadis, fıkıh vb.) ve batıni ilimler (tasavvuf, ahlak vb.) bu sınıflandırmanın temelini oluşturur. İlm-i Ledün, bu hiyerarşide genellikle batıni ilimlerin en üst noktasında konumlandırılır. Zira bu ilim, doğrudan kalbe doğan manevi bir bilgi türü olarak kabul edilir. Ancak, İlm-i Ledün’ün akli ve nakli ilimlerle olan ilişkisi tartışmalı bir konudur. Bazı âlimler, İlm-i Ledün’ün akıl ve nakil yoluyla elde edilen bilgileri tamamladığını ve derinleştirdiğini savunurken, bazıları ise bu iki bilgi türünün mahiyetinin tamamen farklı olduğunu ileri sürerler (Cürcani, 1998, s. 345).
Kalp yoluyla elde edilen bilginin (marifet) akıl yoluyla elde edilen bilgiden (ilim) üstün olduğu görüşü, sufi geleneğinde yaygındır. Buna göre, akıl sadece dış dünyayı ve nesnelerin zahiri yönlerini kavrayabilirken, kalp ilahi feyizlerle hakikatin derinliklerine nüfuz edebilir. İlm-i Ledün, bu bağlamda, kalbin en saf ve en berrak halinde tecelli eden ilahi bir nur olarak kabul edilir. Ancak, bu durum aklın ve naklin öneminin yadsınması anlamına gelmez. Sufiler, manevi yolculukta akıl ve naklin de rehberlik ettiğini, ancak nihai hakikate ulaşmanın ancak kalbin ilahi feyizlere açılmasıyla mümkün olduğunu belirtirler (Sühreverdi, 2005, s. 112).
Sufi geleneğinde İlm-i Ledün’e büyük bir önem verilir. Sufiler, nefis terbiyesi, zikir, tefekkür ve diğer manevi pratiklerle kalplerini arındırarak ilahi feyizlere mazhar olmaya çalışırlar. Onlara göre, kalbin saflığı arttıkça, Allah’tan gelen doğrudan bilgiler (İlm-i Ledün) kalbe doğmaya başlar. Bu bilgi, sufinin manevi yolculuğunda ona rehberlik eder, doğru kararlar vermesine yardımcı olur ve olayların iç yüzünü anlamasını sağlar (Attar, 2007, s. 189).
İlm-i Ledün, sufi düşüncede velayet ve keramet kavramlarıyla da yakından ilişkilidir. Veliler (Allah’ın dostları), Allah’a yakınlıkları ve manevi makamlarının yüksekliği nedeniyle İlm-i Ledün’den nasiplenebilirler. Kerametler (olağanüstü olaylar), bazen bu ilmin bir tezahürü olarak ortaya çıkabilir. Büyük sufilerin hayat hikayelerinde, İlm-i Ledün sayesinde gaybi bilgilere sahip oldukları, zor durumlarda doğru kararlar verdikleri ve hikmetli sözler söyledikleri anlatılır (Hucviri, 2011, s. 234). Örneğin, Abdülkadir Geylani, Mevlana Celaleddin Rumi ve Yunus Emre gibi büyük ariflerin sözlerinde ve davranışlarında İlm-i Ledün’ün izleri olduğuna inanılır. Onların hikmetli sözleri ve derin anlam içeren şiirleri, kalplerine doğan ilahi bilginin bir yansıması olarak görülür.
Tarih boyunca İlm-i Ledün sahibi olduğu rivayet edilen birçok kişi olmuştur. Hz. Hızır (a.s.), bu konuda en bilinen örnektir. Kur’an-ı Kerim’de Allah tarafından kendisine özel bir ilim öğretildiği açıkça belirtilen Hz. Hızır’ın, zahiren haksız gibi görünen eylemlerinin ardındaki derin hikmeti İlm-i Ledün sayesinde bildiğine inanılır. Peygamberler dışında, birçok veli ve arifin de İlm-i Ledün’den nasiplendiği rivayet edilir. Bu kişilerin hayat hikayelerinde, olağanüstü bilgilere sahip oldukları, geleceği önceden haber verdikleri veya zor durumlarda hikmetli çözümler buldukları anlatılır.
Örneğin, bazı menkıbelerde, İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin rüyasında gördüğü bir olayın hikmetini İlm-i Ledün sahibi bir zat sayesinde anladığı anlatılır. Yine, birçok sufi şeyhinin müridlerinin iç hallerini bildiği, onların sorularına daha sorulmadan cevap verdiği veya gelecekte başlarına gelecekleri haber verdiği rivayet edilir. Bu tür hikayeler, İlm-i Ledün’ün insanlara bahşedebileceği olağanüstü bilgi ve hikmet yeteneğini göstermektedir. Ancak, bu tür rivayetlere ihtiyatla yaklaşmak ve İlm-i Ledün iddiasında bulunan kişilerin söz ve davranışlarını Kur’an ve sünnetin ölçülerine göre değerlendirmek önemlidir. Zira, bu tür iddialar bazen istismar konusu da olabilmektedir.
İnanışa göre, İlm-i Ledün’ün insan ruhunda derin etkileri vardır. Bu ilahi bilgi, kalbe doğduğunda insanda hayret, teslimiyet ve hikmet duygularını uyandırır. Olayların sadece zahiri yönlerini değil, aynı zamanda batıni anlamlarını da kavramaya yardımcı olur. Bu sayede insan, karşılaştığı zorluklar karşısında daha sabırlı ve metanetli olabilir, doğru kararlar verme yeteneği artabilir. İlm-i Ledün, insanın manevi olgunlaşma sürecinde önemli bir rol oynar. Kalbi ilahi nurla aydınlanan kişi, dünyaya ve olaylara daha hikmetli bir gözle bakar, yaratılışın sırlarını tefekkür eder ve Allah’a olan yakınlığı artar (Semerkandi, 2009, s. 88).
İlm-i Ledün’ün insan ruhundaki yankısı, sadece bireysel düzeyde kalmaz. Bu tür bir bilgiye sahip olan kişilerin, çevrelerine de olumlu etkileri olduğuna inanılır. Onların hikmetli sözleri, doğru nasihatleri ve örnek davranışları, toplumun manevi ve ahlaki gelişimine katkıda bulunur. İlm-i Ledün sahibi olduğu düşünülen kişilerin, yaşadıkları toplumlarda birer rehber ve ışık kaynağı oldukları kabul edilir. Onların varlığı, insanlara umut verir, zorluklar karşısında dayanma gücü aşılar ve daha iyi bir dünya için çaba göstermeye teşvik eder.
İlm-i Ledün kavramı, modern dünyada farklı şekillerde algılanmakta ve çeşitli tartışmalara konu olmaktadır. Bazı teolojik ve felsefi yaklaşımlar, bu tür doğrudan ve gizli bilginin varlığını kabul ederken, bazıları ise İlm-i Ledün’ü daha sembolik veya psikolojik bir olgu olarak yorumlamaktadır. Bilimsel metotla olan ilişkisi de ayrı bir tartışma konusudur. Zira İlm-i Ledün, deney ve gözlem gibi bilimsel yöntemlerle doğrudan kanıtlanması zor bir bilgi türüdür. Ancak, bazı düşünürler, sezgi, ilham ve içgörü gibi kavramların, İlm-i Ledün’ün modern bilimsel çerçevede anlaşılmasına yardımcı olabileceğini ileri sürmektedirler (Göçmen, 2015, s. 132).
Günümüzde, İlm-i Ledün iddiasında bulunan bazı kişiler ortaya çıkabilmektedir. Bu durum, kavramın istismar edilme potansiyelini de beraberinde getirmektedir. Bu nedenle, İlm-i Ledün’e dair iddialara şüpheyle yaklaşmak, bu tür bilgilerin Kur’an ve sünnetin temel prensipleriyle uyumlu olup olmadığını titizlikle değerlendirmek büyük önem taşımaktadır. Sonuç olarak, İlm-i Ledün, İslam düşünce geleneğinde önemli bir yere sahip olan, ilahi kaynaklı, doğrudan ve gizli bir bilgi türü olarak kabul edilir. Kaynağı, mahiyeti ve insan ruhundaki yankısı yüzyıllardır tartışılmaya devam eden bu kavram, inananlar için kalbin derinliklerindeki ilahi fısıltının bir ifadesi olarak varlığını sürdürmektedir.
Kaynaklar:
Bilgeliğin Işığında Bir Gezgin: Farabi ve Felsefenin Altın Çağı