39,1807$% -0.02
44,8153€% -0.01
52,8961£% -0.06
4.215,25%0,67
6.891,00%0,46
27.480,00%0,47
3.345,47%0,67
9.693,53%0,35
On birinci yüzyılın başlarında, Orta Asya’nın kalbi Türkistan’da, bilim ve kültürle yoğrulmuş bir atmosferde, Türk diline ve kültürüne paha biçilmez bir miras bırakacak olan büyük bilgin Kâşgarlı Mahmud dünyaya geldi. Doğum yeri tam olarak kesin olmamakla birlikte, Karahanlı Devleti’nin önemli merkezlerinden Balasagun veya Kaşgar civarı olduğu tahmin edilmektedir (Dankoff & Kelly, 1982, s. 1-5). Karahanlılar, Türk kültürüne ve İslam’a büyük önem veren, ilim ve sanatın gelişimini destekleyen bir devletti. Bu dönemde Türk dili, Arapça ve Farsçanın etkisi altında olmasına rağmen, kendi özgünlüğünü ve zenginliğini koruyarak gelişiyordu.
Kâşgarlı Mahmud, köklü ve ilme düşkün bir aileden geliyordu. Dönemin en iyi hocalarından kapsamlı bir eğitim aldı. Genç yaşta dilbilim, tarih, coğrafya, fıkıh ve edebiyat gibi farklı alanlarda derinlemesine bilgi edindi. Onun ilme olan derin ilgisi ve öğrenme azmi, gelecekteki büyük eserinin temellerini attı. Kâşgarlı Mahmud, sadece kitaplardan öğrenmekle kalmayıp, Türkistan’ın geniş bozkırlarında yaşayan Türk boylarının dilini ve kültürünü yerinde gözlemlemeye duyduğu tutkuyla da öne çıkıyordu. Bu ilk tohumlar, “Dîvânu Lugâti’t-Türk” gibi bir başyapıtın filizlenmesine zemin hazırlayacaktı.
Kâşgarlı Mahmud’un “Dîvânu Lugâti’t-Türk”ü yazma serüveni, kelimelerin peşinde koştuğu, zorlu ve uzun bir yolculukla başladı. O, Türk dilinin tüm zenginliğini ve çeşitliliğini yakından gözlemlemek amacıyla, Çin sınırlarından Hazar Denizi’ne kadar uzanan, Türkistan’ın farklı bölgelerinde yıllar süren yorucu ve tehlikeli seyahatler gerçekleştirdi. Bu yolculuklar, onu sadece bir dilbilimci değil, aynı zamanda bir etnograf, bir coğrafyacı ve bir halkbilimci haline getirdi.
Bu seyahatler sırasında, Kâşgarlı Mahmud, Oğuzlar, Kıpçaklar, Karluklar, Çiğiller ve Yağmalar gibi çeşitli Türk boyları arasında yaşadı. Onlarla birlikte çadırlarda kaldı, bozkırların sert rüzgarlarına, çölün yakıcı sıcağına göğüs gerdi. Her bir boyun kendine özgü lehçesini, günlük yaşamdaki konuşmalarını, atasözlerini, destanlarını ve şarkılarını büyük bir dikkatle dinledi, notlar aldı. Bu, “canlı” bir dilsel materyal toplama süreciydi. O, bir dil avcısı gibi, Türk dilinin her bir kelimesinin, her bir sesinin izini sürdü. Bu uzun yolculuklar, ona sadece dilsel veri değil, aynı zamanda Türk boylarının yaşam tarzlarına, geleneklerine, inançlarına ve ruhlarına dair paha biçilmez derin gözlemler sunarak, eserin etnografik zenginliğini de sağladı (Kononov, 1963, s. 25-30). Bozkırlar, onun için sessiz ama bilgeliğiyle dolu bir öğretmen olmuştu.
Kâşgarlı Mahmud’un “Dîvânu Lugâti’t-Türk”ü kaleme alma motivasyonu, dönemin entelektüel atmosferi ve Türk diline olan derin inancıyla şekillendi. 11. yüzyılda Arapça, İslam dünyasının bilim ve edebiyat dili olarak baskın bir konumdaydı. Farsça da özellikle edebi çevrelerde büyük bir etkiye sahipti. Bu ortamda, Türk dilinin değeri ve zenginliği, bazı çevrelerce yeterince takdir edilmiyordu.
İşte tam bu noktada, Kâşgarlı Mahmud, büyük bir iddiayla ortaya çıktı: Türk dilinin, Arapça kadar köklü, zengin ve ifade gücü yüksek bir dil olduğunu ispatlama arzusuyla doluydu. Eserini yazma amacı sadece bir sözlük oluşturmak değildi; aynı zamanda Türklerin dilsel ve kültürel üstünlüğünü Arap dünyasına tanıtmak, onların gözünde Türklerin saygınlığını artırmaktı. O, “Dîvânu Lugâti’t-Türk”ü, “Türk dillerinin sözlüğü” olmanın ötesinde, adeta bir “Türk Ansiklopedisi” olarak tasarladı. Türkistan coğrafyasını, Türk boylarının yaşam biçimlerini, inançlarını, destanlarını ve edebiyatlarını kapsamlı bir şekilde dünyaya sunmak istiyordu (Kâşgarlı Mahmud, Dîvânu Lugâti’t-Türk, Çev. Besim Atalay, 1939-1941, Cilt 1, s. 3-10). Onun bu eseri, bir dilbilimcinin azmini, bir milliyetçinin gururunu ve bir bilginin evrensel bilgiye olan tutkusunu bir araya getiriyordu.
“Dîvânu Lugâti’t-Türk”, sadece bir sözlük olmaktan çok öte, Türk dünyasına açılan devasa bir pencereydi. Kâşgarlı Mahmud, bu başyapıtı adeta bir hazine sandığı gibi tasarlamıştı. Her bir kelime, sadece anlamıyla değil, aynı zamanda bir hikayeyle, bir atasözüyle, bir şiir parçasıyla veya bir coğrafi bilgiyle sunuluyordu. Bu yapısıyla eser, aşağıdaki nitelikleri taşıyordu:
Kâşgarlı Mahmud, her kelimeyi açıklarken, onu canlı bir bağlam içine oturtuyor, adeta okuyucuyu Türkistan bozkırlarına taşıyordu. Bu metodoloji, eseri kuru bir sözlük olmaktan çıkarıp, bir milletin ruhunu, tarihini ve kültürünü yansıtan “kelimelerin ötesinde bir dünya” haline getiriyordu.
“Dîvânu Lugâti’t-Türk”, Kâşgarlı Mahmud’un sadece dilbilimsel dehasını değil, aynı zamanda Türk boylarının yaşamına duyduğu derin ilgiyi de yansıtan eşsiz halkbilimsel ve etnografik zenginlikler barındırır. Eserde, dönemin Türk dünyasının canlı bir portresi çizilmiştir.
Kâşgarlı Mahmud, bu derinlemesine gözlemleriyle, sadece kelimeleri değil, aynı zamanda Türk’ün sesini ve Türk’ün ruhunu da gelecek nesillere aktarmayı başarmıştır. Bu etnografik veriler, modern halkbilimi ve antropoloji araştırmaları için de paha biçilmez bir kaynak olmuştur.
Kâşgarlı Mahmud, ömrünün büyük bir kısmını adadığı “Dîvânu Lugâti’t-Türk”ü tamamladıktan sonra, eseri 1072 yılında dönemin İslam dünyasının ilim ve siyaset merkezi olan Bağdat‘a, Abbasi Halifesi Ebü’l-Kâsım Abdullah’a sundu. Bu sunum, eserin öneminin resmi olarak tanınması ve İslam dünyasının geneline yayılması açısından kritikti. Kâşgarlı Mahmud, eserini sunarken, Türk dilinin gücünü ve zenginliğini bir kez daha vurguladı.
Ancak ne yazık ki, “Dîvânu Lugâti’t-Türk”, yazıldıktan sonraki yüzyıllarda hak ettiği ilgiyi tam olarak göremedi. Muhtemelen tek bir nüshasının olması ve kopyalama imkanlarının kısıtlı olması nedeniyle, eser, geniş kitlelere yayılamadı. Zamanla, Bağdat’ın siyasi çalkantılarla sarsılması ve kütüphanelerin dağılmasıyla birlikte, Dîvân, ilim dünyasının gözünden kayboldu ve neredeyse tamamen unutulmaya yüz tuttu. Sanki Türkistan bozkırlarından gelen bu güçlü ses, tozlu raflarda sessizliğe bürünmüştü. Yüzyıllarca, Türk dilinin bu altın kitabı, keşfedilmeyi bekleyen bir hazine gibi uyudu.
“Dîvânu Lugâti’t-Türk”ün hikayesi, adeta küllerinden yeniden doğan bir anıtın hikayesi gibidir. Eser, yaklaşık sekiz yüzyıl süren bir unutulmuşluğun ardından, 19. yüzyılın sonlarında, 1917 yılında, Türk dilinin ve tarihinin en büyük şanslarından biriyle yeniden keşfedildi. Osmanlı döneminin önemli bilginlerinden ve kitap düşkünlerinden Ali Emiri Efendi, Sahaflar Çarşısı’nda gezinirken, tesadüfen bir sahafta bu eşsiz el yazması nüshayı buldu. İlk başta içeriğinden tam olarak emin olamasa da, eserin dilsel ve kültürel önemini hemen anladı ve tüm imkanlarını kullanarak onu satın aldı.
Ali Emiri Efendi’nin bu paha biçilmez keşfi, kısa sürede bilim dünyasında büyük yankı uyandırdı. Eserin bilimsel neşri ve çevirileri yapıldı. Özellikle Türkologlar için “Dîvânu Lugâti’t-Türk”, Türk dilinin tarihsel gelişimi, lehçe farklılıkları, etimolojisi ve eski Türk kültürü hakkında devrim niteliğinde bilgiler sunan temel bir kaynak haline geldi. Modern Türkoloji, dilbilim ve tarih araştırmaları, bu eserin ışığında yeni bir döneme girdi. Kâşgarlı Mahmud, hak ettiği gibi, “Türk dilinin babası” ve Türk kültürünün en önemli hafızalarından biri olarak anılmaya başlandı (Atalay, 1939-1941, Ön Söz). Onun “Dîvân”ı, Türk dilinin, tarihinin ve kültürünün köklerine inmek isteyen herkes için vazgeçilmez bir kılavuz oldu.
Kâşgarlı Mahmud, arkasında sadece bir kitap değil, aynı zamanda Türk dünyasının ortak kültürel kodlarını ve dilsel zenginliğini koruma misyonunu taşıyan zamansız bir miras bıraktı. Onun “Dîvânu Lugâti’t-Türk”ü, günümüzdeki dilbilim, tarih, etnografya ve edebiyat çalışmalarına temel teşkil etmektedir.
Kâşgarlı Mahmud’un azmi, ilme olan tutkusu ve vatan sevgisi, gelecek nesillere ilham veren bir örnektir. O, Türk dilinin sadece bir iletişim aracı olmadığını, aynı zamanda bir milletin ruhunu, tarihini ve kimliğini taşıyan yaşayan bir hazine olduğunu gösterdi. “Dîvânu Lugâti’t-Türk”, Kâşgarlı Mahmud’un gök kubbeler altında çıktığı dil seyahatinden, bozkırların sessizliğinden Bağdat saraylarına uzanan bir çağrı niteliğindedir. Bu çağrı, Türk dilinin zamansızlığını ve Türk kültürünün derinliğini vurgulayarak, her dönemde yankılanmaya devam edecektir.
Kaynaklar:
Göklerin Mimarı: Meryem el-İcliyye’nin Usturlaplarla Dokuduğu Yıldızların Hikayesi