40,1901$% 0.22
47,1146€% 0.08
54,2331£% -0.36
4.333,68%1,20
7.018,00%0,68
27.987,00%0,69
3.355,24%0,97
10.358,46%0,26
Zamanın ötesine geçen, inanç uğruna verilen mücadelenin ve ilahi kudretin destansı bir anlatımı olan Yedi Uyuyanlar ya da İslam geleneğindeki adıyla Ashab-ı Kehf kıssası, insanlık tarihinin en eski ve en çarpıcı hikâyelerinden biridir. Mistik bir uyku, asırlar süren bir bekleyiş ve ardından gelen şaşırtıcı bir uyanışla bu kıssa, farklı kültür ve inançlarda kendine yer bulmuş, zamanın göreceliği, diriliş ve imanın gücü gibi evrensel temaları işlemiştir. Roma İmparatorluğu’nun zulmünden mağaranın derinliklerine, oradan da kutsal kitapların ve efsanelerin sayfalarına uzanan bu yolculuk, hem tarihsel bir olayı hem de manevi bir arayışı simgeler.
Yedi Uyuyanlar (Ashab-ı Kehf) kıssasının kökenleri, M.S. 3. yüzyıl Roma İmparatorluğu‘nun çalkantılı dönemlerine dayanır. Bu dönem, Hristiyanlığın hızla yayıldığı ancak aynı zamanda putperest Roma yönetiminin şiddetli zulmüne maruz kaldığı bir zamandır. Özellikle İmparator Decius (M.S. 249-251) ve daha sonra İmparator Diocletianus (M.S. 284-305) dönemleri, Hristiyanlara yönelik sistematik ve acımasız baskılarıyla bilinir (Frend, 1965, s. 408). Hristiyanlar, Roma tanrılarına tapmayı ve imparatora kurban sunmayı reddettikleri için devlet düşmanı olarak görülmüş, işkencelere maruz kalmış ve idam edilmişlerdir. Bu bağlamda, Yedi Uyuyanlar kıssası, inançları uğruna canlarını hiçe sayan bir grup insanın direnişinin sembolü haline gelmiştir.
Kıssanın geçtiği mekâna dair kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte, farklı coğrafyalarda bu hikâyeye ev sahipliği yaptığı iddia edilen çok sayıda mağara bulunmaktadır. En bilinen iddialar şunlardır:
Bu coğrafi iddiaların her biri, kendi içinde kültürel ve arkeolojik kanıtlarla desteklenmeye çalışılsa da, kıssanın evrensel mesajı, belirli bir mekâna bağlı kalmaktan ziyade, hikâyenin kendisinden kaynaklanan manevi derinlikte yatar. Dönemin putperest Roma dini, imparatorun tanrılaştırılmasına dayalıyken, Hristiyanlık tek tanrı inancını savunarak bu sisteme doğrudan bir meydan okuma getiriyordu. Bu gerilim, Yedi Uyuyanlar kıssasının doğuşu için verimli bir zemin hazırlamıştır.
Roma İmparatorluğu’nun putperest yönetimi altında, Hristiyanlara yönelik zulmün doruk noktasına ulaştığı bir dönemde, bir grup genç ve imanlı insan, putperest inançları reddederek tek tanrı inancına bağlılıklarını sürdürme kararı aldı. Genellikle yedi kişi olarak kabul edilen bu gençler (ancak rivayetlerde sayıları üçten sekize kadar değişebilir), dönemin sosyal ve siyasi baskılarına boyun eğmeyi reddettiler (Kur’an, Kehf Suresi 18:10; Gregory of Tours, Glory of the Martyrs, Chapter 93). İmanlarını açıkça dile getirmeleri, onları ölüm tehlikesiyle karşı karşıya bıraktı. Bu cesur duruş, sıradan bir itaatsizlikten öte, derin bir manevi bağlılığın ve inanç uğruna her şeyi göze almanın bir göstergesiydi.
Zulüm tehdidi her geçen gün artarken, bu gençler canlarını ve imanlarını korumak amacıyla bir karar aldılar: Şehrin dışındaki bir mağaraya sığınmak. Bu sığınma, sadece fiziksel bir kaçış değil, aynı zamanda dış dünyanın putperestliğinden ve yozlaşmasından uzaklaşarak kendilerini Allah’a adamış olmanın sembolik bir eylemiydi. Onlar, dünyevi zevkleri ve can güvenliklerini feda etme pahasına, inançlarını korumayı tercih ettiler.
Hikâyenin önemli ve sembolik detaylarından biri de, gençlerin yanlarında köpekleri Kıtmir‘in de bulunmasıdır. Kıtmir, mağaranın girişinde nöbet tutarak gençleri dış tehlikelerden korumuştur. Bu detay, hayvanların dahi ilahi kudrete nasıl itaat ettiğini ve salih kullara hizmet ettiğini gösteren bir mucize olarak yorumlanır (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Kehf Suresi tefsiri). Kıtmir’in hikâyedeki varlığı, aynı zamanda sadakat ve koruyuculuğun sembolü olarak da kabul edilir; o, gençlerin zor zamanlarında onlara eşlik eden, imanlarına tanıklık eden sessiz bir şahit olmuştur. Mağaraya sığınma kararı ve Kıtmir’in bu yolculuktaki yeri, gençlerin Allah’a olan tam teslimiyetlerini ve O’nun inayetiyle her türlü zorluğun üstesinden gelebileceklerine olan sarsılmaz inançlarını vurgular.
Gençlerin mağaraya sığınmasıyla başlayan olaylar zinciri, ilahi bir mucize ile devam etti: Gençler, mağarada derin bir uykuya daldılar. Bu uyku, sıradan bir uykudan çok öteydi; asrılar sürecek olağanüstü bir bekleyişti. Kur’an-ı Kerim’de bu sürenin 309 yıl olduğu açıkça belirtilir: “Mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve dokuz da ilave ettiler” (Kur’an, Kehf Suresi 18:25). Hristiyan kaynaklarında ise bu süre genellikle 180 veya 372 yıl gibi farklılıklar gösterebilir (Butler, 1990, Lives of the Saints, “The Seven Sleepers” maddesi). Bu uzun uyku, sadece bir hikâye detayı olmanın ötesinde, Allah’ın kudretinin ve ahiret inancının tartışmasız bir delili olarak sunulur. İnsan bedeninin bu kadar uzun süre bozulmadan kalması ve ardından uyanabilmesi, ancak ilahi bir müdahale ile açıklanabilirdi.
Uyku sırasındaki halleri, Kur’an’da detaylı bir şekilde betimlenir: “Güneş doğduğu zaman, mağaralarının sağ tarafından meylettiğini, battığı zaman da sol taraftan onlardan uzaklaştığını görürdün. Kendileri ise mağaranın geniş bir yerindeydiler. İşte bu, Allah’ın mucizelerindendir…” (Kur’an, Kehf Suresi 18:17). Bu ayetler, gençlerin güneşin zararlı etkilerinden korunduğunu, bedenlerinin düzenli aralıklarla döndürüldüğünü ve böylece çürümelerinin engellendiğini ima eder. Bu, ilahi bir korumanın ve mucizenin açık bir göstergesidir. Aynı zamanda, “Onları uyanık sanırsın, oysa onlar uykudadırlar. Biz onları sağa sola çeviriyorduk. Köpekleri de iki kolunu yaymış vaziyette mağaranın girişindeydi…” (Kur’an, Kehf Suresi 18:18) ayeti, onların fiziksel bütünlüklerinin nasıl korunduğunu ve dış dünyadan tamamen izole edildiklerini vurgular. Mağaranın ağzı, dışarıdan kimsenin fark edemeyeceği şekilde kapanmış, onları hem insanlardan hem de zamanın yıkıcı etkilerinden korumuştur.
Bu asırlık uyku, zamanın göreceliği kavramını da gündeme getirir. Gençler için bu uyku, sadece bir gece gibi gelmiştir; ancak dış dünya için yüzyıllar geçmiştir. Bu durum, Allah katında zamanın farklı bir boyutta yaşandığını ve O’nun kudretinin, bilinen fiziksel kanunların ötesinde olduğunu gösterir. Kıssa, ölümden sonra dirilişin ve kıyametin bir provası niteliğindedir; zira gençler, öldükleri sanılan bir durumda asırlarca bekledikten sonra yeniden hayata dönmüşlerdir. Bu mucize, ahiret inancını pekiştiren, şüpheleri gideren ve insanlara Allah’ın vaadinin gerçekleşeceğine dair kesin bir delil sunan güçlü bir işarettir.
Asırlar süren uykularının ardından, gençler mucizevi bir şekilde uyandılar. Uyanır uyanmaz, birbirlerine ne kadar uyuduklarını sordular ve bir veya yarım gün uyuduklarını sandılar. Ancak içlerinden biri, şehirden yiyecek almak üzere elinde eski parayla ayrıldığında, gerçeğin şok edici yüzüyle karşılaştı. Genç adam, elindeki paranın geçerli olmadığını, şehrin tamamen değişmiş olduğunu ve tanımadığı bir medeniyetle karşılaştığını fark etti. Şehre indiğinde, insanların kıyafetleri, mimari yapılar ve konuşma tarzları bile farklılaşmıştı. En büyük şok ise, putperestliğin hüküm sürdüğü bir şehir beklerken, her yerde Hristiyanlığın sembollerini görmesiydi. Putperest heykellerin yerini haçlar almış, kiliseler yükselmişti (Kur’an, Kehf Suresi 18:19-20; Gregory of Tours, Glory of the Martyrs, Chapter 93).
Genç adamın şaşkınlığı ve elindeki eski para, kısa sürede halkın dikkatini çekti. İnsanlar, bu genç adamın çok eski zamanlardan geldiğini fark ettiler. Haber, kısa sürede yayıldı ve şehrin yöneticilerine kadar ulaştı. Bu durum, hem genç adamın kendisi hem de halk için büyük bir şaşkınlık ve hayranlık yarattı. Yüzyıllar önce zulümden kaçan bu gençlerin, bu kadar uzun bir süre sonra, inançlarının zafer kazandığı bir dünyaya uyanmaları, ilahi bir lütuf olarak kabul edildi. Putperestliğin sona ermesi ve Hristiyanlığın Roma İmparatorluğu’nun resmi dini haline gelmesi, bu uyanışın en çarpıcı detaylarından biriydi. İmparator Theodosius dönemine (M.S. 379-395) denk geldiği düşünülen bu uyanış, Hristiyanlık için büyük bir moral kaynağı oldu (Barnes, 1976, s. 120).
Uyanan gençlerin hikâyesi, hızla dilden dile yayıldı. Halk, bu olayı Allah’ın kudretinin ve dirilişin somut bir delili olarak gördü. Bu, sadece bir efsane değil, aynı zamanda inançlarını sağlamlaştıran, şüpheleri gideren ve ahiret gününe olan inancı pekiştiren canlı bir mucizeydi. Hem Müslüman hem de Hristiyan toplumlarda, bu uyanış, inanç tazelenmesinin ve ilahi vaatlerin gerçekleştiğinin bir sembolü haline geldi. Kıssa, insanlara zor zamanlarda bile sabretmenin, Allah’a tevekkül etmenin ve inançlarını korumanın mükafatını gösteren güçlü bir mesaj taşımaktadır. Gençlerin hikayesi, hem bireysel iman yolculuklarında hem de toplumsal inanç pratiklerinde derin bir yer edinmiştir.
Yedi Uyuyanlar kıssası, hem İslam hem de Hristiyan geleneğinde önemli bir yer tutar; ancak her iki anlatım arasında vurgular ve detaylar açısından farklılıklar bulunur.
Kur’an-ı Kerim, kıssayı Kehf Suresi’nin 9. ayetinden 26. ayetine kadar detaylı bir şekilde anlatır. Kur’an’daki anlatım, tipik olarak isimler veya kesin sayılar yerine ilahi kudrete, ahiret inancına ve ibret alınacak derslere odaklanır. Ayetlerde gençlerin sayısı kesin olarak belirtilmez, ancak tartışmalara değinilir: “Kimisi: ‘Üçtürler, dördüncüleri köpekleridir’ derler. Kimisi de: ‘Beş kişidirler, altıncıları köpekleridir’ derler; gaybı taşlamaktan ibaret bir zan ile. ‘Yedidirler, sekizincileri köpekleridir’ derler. De ki: ‘Onların sayısını en iyi Rabbim bilir. Onları pek az kimseden başkası bilmez.’ O halde onlar hakkında yüzeysel bir tartışmadan başka bir tartışmaya girme ve onlar hakkında bunlardan (sayılarından) hiçbirine bir şey sorma” (Kur’an, Kehf Suresi 18:22). Bu yaklaşım, hikâyenin özündeki manevi mesajın, ikincil detayların önüne geçmesini sağlar.
Kur’an’daki anlatım, gençlerin Allah’a olan teslimiyetlerini, putperestliğe karşı duruşlarını ve O’nun sonsuz kudretini vurgular. Kıssa, Allah’ın dilediği zaman ölüleri diriltebileceğinin, kıyametin kaçınılmaz olduğunun ve inanç uğruna sabredenlerin mutlaka mükafatlandırılacağının bir delili olarak sunulur. Ayetler, gençlerin mağaradaki hallerini (sağa sola çevrilmeleri, köpeklerinin durumu) ve uyanışlarındaki şaşkınlıklarını canlı bir şekilde betimler. Kur’an, kıssanın bir “ayet” (işaret) olduğunu ve insanlığın üzerinde düşünmesi gereken derin anlamlar taşıdığını belirtir: “İnsanlar arasında onların durumlarını tartışsınlar diye onları bu halde bıraktık…” (Kur’an, Kehf Suresi 18:21). Kur’an, ayrıca gençlerin uyandıklarında kendilerini gizlemelerini ve dikkat çekmeden yiyecek almalarını tembihlemesini de aktarır, bu da onların hikmetli ve ihtiyatlı davrandıklarını gösterir.
Hristiyan geleneğinde Yedi Uyuyanlar kıssası, genellikle “Efes’in Yedi Genci” (Doğu Hristiyanlığı’nda) veya “Yedi Uyuyanlar” (Batı Hristiyanlığı’nda) olarak bilinir. Hikâye, ilk olarak 5. yüzyılda Süryani Piskopos Yakub Saruği tarafından şiirsel bir anlatımla popülerleştirilmiştir. Daha sonra Tours’lu Gregory gibi batılı tarihçiler tarafından da aktarılmıştır (Glory of the Martyrs, Chapter 93). Hristiyan geleneğinde bu gençler, azizler olarak kabul edilir ve özellikle diriliş inancının bir sembolü olarak anılırlar. Azizlerin isimleri genellikle Maximian, Malchus, Martinian, Dionysius, John, Serapion ve Constantine (veya Exacustodianus) olarak verilir (Butler, 1990, “The Seven Sleepers” maddesi).
Hristiyan versiyonlarında, kıssanın temel olay örgüsü benzerdir: Hristiyan zulmünden kaçan gençlerin bir mağaraya sığınması, uzun yıllar uyuması ve ardından Hristiyanlığın yayıldığı bir dünyaya uyanması. Ancak, Hristiyan anlatıları, genellikle daha fazla detay, isim ve daha dramatik unsurlar içerir. Hikâye, Hristiyanlığın zaferini ve putperestliğin yıkılışını vurgular. Kilise tarihinde, bu kıssa, özellikle ölümden sonra dirilişin ve şehitliğin bir örneği olarak kullanılmıştır. Bazı kiliseler, bu azizlerin kalıntılarına sahip olduklarını iddia eder ve onların anısına festivaller düzenler. Hem Doğu hem de Batı kiliselerinde, Yedi Uyuyanlar, inançlarına sadakatleri nedeniyle örnek gösterilen figürlerdir.
Her iki gelenek de kıssayı bir mucize olarak kabul etse de, Kur’an’daki anlatım, daha çok tevhid inancına ve Allah’ın evrensel kudretine vurgu yaparken; Hristiyan anlatımı, Hristiyanlığın tarihsel zaferini ve dirilişin somut bir örneğini ön plana çıkarır. Bu farklı vurgulara rağmen, hikâyenin ana mesajı olan imanın gücü, ilahi koruma ve diriliş inancı, her iki inanç sistemi için de geçerlidir.
Yedi Uyuyanlar kıssası, yüzyıllar boyunca farklı kültür ve inançlarda yankı bulmasının temel nedeni, işlediği evrensel ve derin temalardır. Bu temalar, insanlığın varoluşsal sorularına, inanç arayışına ve manevi boyutuna hitap eder.
Kıssanın en çarpıcı temalarından biri, zamanın göreceliliğidir. Gençlerin mağarada 309 yıl uyumaları ve bunu yalnızca bir gün gibi algılamaları, fiziksel zamanın ötesinde bir ilahi zaman anlayışını ortaya koyar. Bu durum, bilim kurgu eserlerinde işlenen zaman genişlemesi (time dilation) kavramına benzerlik gösterir, ancak bu hikâyede ilahi bir müdahaleyle gerçekleşir. Bu, Allah’ın her şeye gücünün yettiğini, O’nun katında zamanın bizim algıladığımız biçimde işlemediğini ve insan kavrayışının ötesinde boyutların olduğunu gösterir. Kıssa, insanı, zamanın mutlakiyeti üzerine düşünmeye ve ilahi takdir karşısında kendi sınırlılıklarını fark etmeye sevk eder. Allah, zamanı dilediği gibi yönetebilen ve onu dilediği kulları için farklı boyutlarda yaşatabilen Mutlak Yaratıcı’dır.
Yedi Uyuyanlar kıssası, özellikle ahiret inancı ve ölümden sonra diriliş kavramının somut bir sembolüdür. Gençler, uzun bir süre boyunca ölü gibi kalmışlar, ancak sonunda hayata dönmüşlerdir. Bu olay, kıyamet günü tüm insanların diriltileceğine dair ilahi vaadin bir kanıtı olarak sunulur. İnsanların ölümlerinden sonra yeniden yaratılacaklarına dair şüpheleri olanlar için bu kıssa, Allah’ın bu tür mucizeleri gerçekleştirmeye kadir olduğunun açık bir işaretidir. Kıssa, müminlerin diriliş inancını pekiştirirken, inkârcılar için de bir uyarı ve düşünce davetidir (Kur’an, Kehf Suresi 18:21).
Hikâye, baştan sona ilahi mucizelerle doludur: Gençlerin mağarada korunması, bedenlerinin bozulmaması, uzun süreli uyku ve ardından uyanışları. Tüm bunlar, Allah’ın kudretinin sınırsızlığını ve insan aklının ötesindeki evrensel güçlerini gözler önüne serer. Mucize, akıl ve bilimle açıklanamayan, ancak imanı pekiştiren bir olaydır. Yedi Uyuyanlar kıssası, müminlere Allah’ın her şeye muktedir olduğunu, zor zamanlarda dahi kullarını koruduğunu ve dualara icabet ettiğini hatırlatır.
Kıssanın belki de en güçlü ve etkileyici teması, iman uğruna fedakârlık ve zulme karşı direniştir. Gençler, putperestliğin ve zulmün hüküm sürdüğü bir ortamda, inançlarını açıkça dile getirmiş ve bu uğurda canlarını tehlikeye atmışlardır. Onlar, dünyevi rahatlığı ve güvenliği feda ederek, Allah’a olan bağlılıklarını ön planda tutmuşlardır. Bu, tüm müminler için bir örnek teşkil eder: İnanç uğruna verilen her türlü zorluğa karşı sabretmek ve direnmek, sonunda ilahi bir mükafat getirecektir. Bu tema, farklı kültürlerde ve inançlarda zulme karşı direnişin ve özgürlük arayışının bir sembolü olarak yankı bulmuştur. İnsanlık tarihi boyunca inançları yüzünden baskı gören topluluklar için bu kıssa, bir umut ve direniş kaynağı olmuştur.
Bu evrensel temalar, Yedi Uyuyanlar kıssasını sadece bir dini metin olmaktan çıkarıp, tüm insanlığın ortak mirası haline getirmiştir. Hikâye, zaman ve varoluş üzerine düşünmeye sevk ederken, aynı zamanda inancın dönüştürücü gücünü ve ilahi kudretin sonsuzluğunu hatırlatır.
Yedi Uyuyanlar kıssası, sahip olduğu derin manevi anlam ve etkileyici olay örgüsü sayesinde tarih boyunca sanat, edebiyat, mimari ve popüler kültürde geniş yankılar bulmuştur. Bu hikâye, insanlığın hayal gücünü beslemiş, sayısız esere ilham vermiş ve kültürel bellekte kalıcı izler bırakmıştır.
Edebiyat alanında, Yedi Uyuyanlar kıssası, farklı dillerde ve türlerde sayısız esere konu olmuştur. İslam edebiyatında, özellikle Divan şiirinde ve mesnevilerde sıkça işlenen bir tema olmuştur. Şairler, kıssanın sembolik anlamlarını kullanarak zamanın göreceliği, ahiret, ilahi aşk ve sabır gibi konuları işlemişlerdir. Mevlana Celaleddin Rumi’nin Mesnevi‘sinde, Yedi Uyuyanlar’ın hikayesi, ruhsal uyanış ve dünya nimetlerinden el çekmenin bir metaforu olarak kullanılmıştır (Rumi, Mesnevi, Cilt 6). Batı edebiyatında ise, özellikle Orta Çağ Hristiyan metinlerinde ve daha sonra Romantik dönemde fantastik ve mucizevi unsurlarla yeniden yorumlanmıştır. Washington Irving’in “Rip Van Winkle” adlı hikâyesi, Yedi Uyuyanlar kıssasından esinlenen modern bir uyarlamadır; bu da hikâyenin evrenselliğini ve farklı bağlamlara adapte edilebilirliğini gösterir (Irving, 1819).
Görsel sanatlarda da Yedi Uyuyanlar kıssası sıkça tasvir edilmiştir. Özellikle Bizans ikonalarında, azizlerin uyuduğu mağara ve uyanış anları dramatik bir şekilde resmedilmiştir. Orta Çağ Avrupa kiliselerinde freskler ve vitraylar, kıssanın sahnelerini cemaate aktarmıştır. İslam sanatında ise, minyatürlerde ve el yazmalarında Ashab-ı Kehf’in mağaradaki halleri ve köpekleri Kıtmir’in tasviri, sıkça karşılaşılan motiflerdendir. Ayrıca, kıssanın geçtiği iddia edilen mağaraların ziyaretgâha dönüşmesi, bu alanlarda camiler, kiliseler ve türbeler inşa edilmesi, hikâyenin mimari üzerindeki etkisini göstermektedir. Bu yapılar, yüzyıllardır hacıların ve ziyaretçilerin akınına uğramaktadır.
Modern popüler kültürde de Yedi Uyuyanlar kıssasına çeşitli göndermeler bulunmaktadır. Fantastik edebiyat ve sinema, zamanın göreceliği ve derin uykudan uyanış temalarını kullanarak bu hikâyeden esinlenmiştir. Bilim kurgu filmlerinde görülen kriyojenik uyku veya uzun süreli koma senaryoları, Yedi Uyuyanlar kıssasının temel fikrini modern bir yorumla ele alır. Bazı televizyon dizilerinde, çizgi romanlarda ve hatta video oyunlarında dahi bu kıssanın unsurları veya doğrudan göndermeleri bulunabilir. Bu, hikâyenin çağlar ve jenerasyonlar arası çekiciliğini ve insan zihninde ne kadar derin bir yer edindiğini kanıtlar. Hikâyenin sürekli olarak yeniden yorumlanması ve farklı mecralarda tekrar anlatılması, kültürel bellekteki kalıcı izlerini pekiştirmektedir.
Yedi Uyuyanlar kıssası, asırlar sonra bile güncelliğini koruyan derin manevi ve felsefi anlamlar taşımaktadır. Bu destansı hikâye, farklı inançlara sahip insanlar için dahi zaman, hayat, ölüm ve ötesi üzerine düşünmeye sevk eden güçlü bir anlatıdır.
İnançlı insanlar için, Yedi Uyuyanlar, her şeyden önce bir ilham kaynağı ve sabır, tevekkül ve adanmışlık sembolüdür. Gençlerin, inançları uğruna dünyevi her şeyi terk etme cesareti, müminlere zor zamanlarda bile imanlarına sıkıca sarılmaları gerektiğini hatırlatır. Onların asırlar süren uykudan sonra uyanmaları, Allah’ın vaadinin kesinliğini ve kıyamet günü dirilişin gerçekliğini pekiştirir. Kıssa, insanlara umutsuzluğa düşmemeleri, aksine Allah’ın yardımının her zaman yakın olduğunu ve imanın zorlukların üstesinden gelebilecek en büyük güç olduğunu öğretir. Sufizmde ise Ashab-ı Kehf, nefsani arzularından arınarak hakikate ulaşan, dünyadan el etek çekerek manevi bir derinliğe ulaşan ruhsal yolcuların sembolü olarak yorumlanır (Schimmel, 1975, s. 145). Onların uykusu, maddi dünyadan çekilip manevi âleme dalmanın bir metaforudur.
Hikâye, sadece dini inançları olanlar için değil, farklı inançlara sahip insanlar için dahi evrensel bir çekiciliğe sahiptir. Zamanın göreceliği, bilinmeyen bir geleceğe uyanış, değişen dünya karşısında insanın adaptasyonu gibi temalar, tüm insanlığın ortak deneyimleriyle örtüşür. Kıssa, insanı, kendi varoluşu, zamanın akışı, ölümün sırrı ve hayattaki anlam arayışı üzerine derinlemesine düşünmeye sevk eder. Neden buradayız? Ölümden sonra ne var? İnancın hayattaki rolü nedir? gibi temel felsefi sorulara dolaylı yoldan cevaplar sunar.
Yedi Uyuyanlar kıssası, aynı zamanda insanlığın bilinmezlik karşısındaki umut arayışına ve ölümsüzlük arzusuna dair evrensel bir anlatıdır. İnsanlık, tarih boyunca ölümün sırrını çözmeye, ölümsüzlüğe ulaşmaya veya en azından ölümden sonra bir yaşamın varlığına inanmaya çalışmıştır. Bu kıssa, bu arayışa ilahi bir cevap sunarak, ölümün bir son olmadığını, aksine yeni bir başlangıca giden bir geçiş kapısı olabileceğini gösterir. Bu kalıcı miras, Yedi Uyuyanlar’ın hikâyesinin sadece geçmişten gelen bir efsane değil, aynı zamanda günümüz insanının ruhsal ve felsefi ihtiyaçlarına hitap eden canlı bir anlatı olarak yaşamasını sağlar. Onların uykusu ve uyanışı, insanlığın umudunu tazeleyen, inancını pekiştiren ve her koşulda direnişin ve tevekkülün mümkün olduğunu hatırlatan ebedi bir destandır.
Şehrin Koruyucusu: Habib-i Neccar ve Antakya’nın İnanç Yolculuğu