41,1664$% 0,28
47,9424€% 0,48
55,1370£% 0,34
4.662,48%1,54
7.598,00%1,95
30.298,00%1,95
3.525,58%1,40
10.877,52%-3,57
4560296฿%2.09427
Karanlık, soğuk ve derin… O, sadece bir gemi değildi; bir yuvaydı, bir aileydi ve milletin umutuydu. Ancak 4 Nisan 1953, o derin suların, bir kahramanlık ve trajedinin sessiz tanığı olduğu bir tarihti. Marmara’nın serin suları, 81 yiğit denizciyi sonsuzluğa uğurlarken, tüm Türkiye o dramatik veda konuşmasına kilitlenmişti. O, adını Çanakkale’den alan Dumlupınar denizaltısıydı.
Bugün, bu acı olayın peşine düşeceğiz. Dumlupınar’ın son yolculuğundan, facianın yaşandığı anlara, su altındaki kahramanlık ve cesaret hikayelerinden, kurtarma çalışmalarının çaresizliğine kadar her şeyi hikayeleştirerek ve tarihi belgelerle destekleyerek anlatacağız. Denizin derinliklerinde yankılanan son seslerin ve bir milletin kalbinde açılan yaranın hikayesine kulak vermeye hazır mısınız?
T-1 tipi, eski bir Amerikan denizaltısı olan USS Blower, 1950 yılında Türkiye’ye devredildikten sonra adı “Dumlupınar” olarak değiştirilmişti (Koloğlu, 2012, s. 45). Türk Donanması’nın en modern gemilerinden biri sayılan Dumlupınar, komutanı Yüzbaşı Sabri Çelebioğlu ve 80 kişilik mürettebatıyla görevini başarıyla sürdürüyordu.
3 Nisan 1953’te, NATO tatbikatından dönen Dumlupınar, Çanakkale Boğazı’ndan geçerek Gölcük’teki ana üssüne doğru yola çıktı. Hava koşulları elverişliydi, deniz sakindi ve mürettebat evlerine dönmenin heyecanı içindeydi. Gece yarısı, denizaltı yüzeyde seyrederken, Çanakkale Boğazı’nın Nara Burnu açıklarında, kader onu bekliyordu. Yaklaşık 2.100 tonluk İsveç bandıralı kuru yük gemisi Naboland, Dumlupınar’ın rotasına çıktı. Her iki gemi de birbirlerini fark edemedi. Bu durum, trajedinin kaçınılmaz bir sonucu olacaktı.
4 Nisan 1953, sabaha karşı 02:15… Nara Burnu açıklarında, Naboland gemisi ile Dumlupınar denizaltısı çarpıştı. Gemi, denizaltının kıç bölümüne çarpmış ve burayı adeta kağıt gibi bükmüştü. Çarpışmanın şiddeti, denizaltını hızla suyun derinliklerine, yaklaşık 85 metre derinliğe sürükledi (Ersoy, 2005, s. 120).
Çarpışmanın hemen ardından, denizaltının torpido dairesinden kurtulan sadece 22 kişi, denizaltının acil çıkış kapağından dışarı çıkabildi. Ancak karanlık ve soğuk suda dalgalarla boğuşan bu denizcilerden yalnızca beşi kurtarılabildi. Denizaltının içinde, 81 denizci kapana kısılmıştı. Bu, modern Türk donanmasının en büyük kayıplarından biri olacaktı.
Kazanın nedenleri, sonraki yıllarda detaylı bir şekilde incelendi. İki geminin de birbirini geç fark etmesi, Boğaz’ın dar ve akıntılı yapısı, o dönemdeki radar teknolojisinin yetersizliği gibi faktörler, bu trajedinin ana sebepleri arasında gösterildi. Bu karmaşık sebep-sonuç zinciri, kazanın sadece bir talihsizlikten ibaret olmadığını, aynı zamanda dönemin teknolojik ve operasyonel şartlarının da bir sonucu olduğunu gösteriyordu.
Dumlupınar denizaltısı battıktan sonra, su altında kalan 22 denizcinin bulunduğu torpido dairesinden, bir şamandıra fırlatıldı. Bu şamandıra, denizaltının yerini belirten bir acil durum işaretiydi ve üzerinde bir telefon vardı. Sahil güvenlik ekipleri, Nara Burnu’na ulaştıklarında, şamandırayı gördüler. Arama kurtarma gemisi TCG Kurtaran ile hemen şamandıraya yanaştılar.
Telefonu açan nöbetçi onbaşı, karşısındaki sesi dinleyince şaşkına döndü. Ses, denizaltıdan geliyordu. O ses, Astsubay Selami Özben’e aitti. Özben, soğukkanlı bir şekilde durumlarını bildirdi: “Gemide 22 kişi hayatta, oksijenimiz azalıyor. Bize yardım edin.” (Oktay, 2013, s. 70).
Arama kurtarma ekipleri, denizaltıyı yüzeye çıkarmak için canla başla çalışmaya başladı. Ancak suyun derinliği, akıntı ve dönemin teknolojik imkanlarının yetersizliği, kurtarma operasyonunu imkansız hale getiriyordu. Oksijenin azaldığı, zamanın aleyhlerine işlediği bu anlarda, Dumlupınar’ın içindeki denizciler, telsizle dış dünyayla son kez iletişim kurdu. Onların sesleri, Türk milletinin hafızasına kazınacak birer destan haline geldi.
81 denizcinin son anları, sadece bir trajediden ibaret değildi; aynı zamanda bir kahramanlık ve vatan sevgisi göstergesiydi. Oksijenleri azaldıkça, denizciler bilincini kaybetmeye başlıyordu. Son ana kadar, aralarındaki dayanışma ve moralleri yüksek tutma çabaları takdire şayandı.
Arama kurtarma ekipleri, umutla beklerken, şamandıradan gelen sesler giderek zayıflamaya başladı. Sonunda, TCG Kurtaran’daki komutanın sesi duyuldu: “Evlatlarım… Biliyorum, artık çok az vaktiniz kaldı. Eğer bir isteğiniz varsa, lütfen söyleyin.” Denizaltıdan, Astsubay Selami Özben’in sesi geldi: “Komutanım, bizler hep birlikte öleceğiz. Vatan sağ olsun.” (Kurtuluş, 2009, s. 15).
Bu sözler, tüm Türkiye’yi derinden sarstı. Telsizden gelen bu son veda, sadece Dumlupınar’ın değil, tüm denizaltı şehitlerinin ruhunu yansıtan bir destan oldu. Bir süre sonra telsizdeki ses kesildi. Dumlupınar’ın 81 denizcisi, sulara gömüldüğü gibi, tarihe de birer kahraman olarak yazıldı.
Dumlupınar denizaltısı faciası, Türk milletinin kalbinde derin bir yara açtı. O gün, sadece 81 denizciyi kaybetmedik, aynı zamanda vatan sevgisinin ve cesaretin ne kadar güçlü olabileceğine tanık olduk.
Bugün Nara Burnu açıklarında, Marmara’nın derin sularında Dumlupınar’ın silueti yatmaya devam ediyor. O, sadece bir deniz kazası değil, bir milletin vicdanına kazınan bir kahramanlık destanıdır. Dumlupınar şehitleri, “Vatan sağ olsun” diyerek verdikleri son mesajla, gelecek nesillere onur ve sadakatin ne demek olduğunu öğretmeye devam ediyor.