39,3604$% 0.48
45,7023€% 1.41
53,6493£% 1.09
4.288,76%1,55
6.995,00%1,19
27.894,00%1,19
3.381,26%0,83
9.520,22%-1,71
İnsanlık tarihi, büyük dönüşümlerle doludur, ancak hiçbiri Neolitik Devrim kadar köklü bir değişime yol açmamıştır. Yaklaşık MÖ 9600-7000 yılları arasına tarihlenen Pre-Çanak Çömleksiz Neolitik A (PPNA) dönemi, avcı-toplayıcı yaşam biçiminden yerleşik hayata geçişin ve tarımın başlangıcının eşiği olarak kabul edilir (Bar-Yosef & Meadow, 1995, s. 44). Bu, sadece bir ekonomik dönüşüm değil, aynı zamanda sosyal, kültürel ve dini yapıların da yeniden şekillendiği, insanlığın bilinç düzeyinde sıçrama yaptığı bir dönemdi. Uzun yıllar boyunca, bu devrimin ilk adımlarının tarımla birlikte başladığı düşünülürdü. Ancak 1990’larda, Şanlıurfa yakınlarında, Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Klaus Schmidt’in öncülüğünde yapılan kazılar, bu anlayışı kökten değiştirecek bir keşfe imza attı: Göbeklitepe.
Göbeklitepe, topraktan yükselen, her biri tonlarca ağırlıktaki devasa “T” biçimli dikilitaşları ve üzerlerindeki karmaşık hayvan kabartmalarıyla, dünya arkeolojisinde şok etkisi yarattı. Burası, bilinen en eski tapınak komplekslerinden biriydi ve avcı-toplayıcı toplulukların sanılandan çok daha önce, anıtsal yapılar inşa edebilme yeteneğine ve organize bir dini yaşama sahip olduğunu gösterdi (Schmidt, 2012, s. 25-30). Göbeklitepe, insanlığın şafağında atılmış sessiz ama güçlü bir çağrıydı; dinin, belki de yerleşik hayata geçişin ve medeniyetin itici gücü olduğunu fısıldıyordu. Ancak bu muazzam yapının tekil bir örnek olup olmadığı, arkeologların zihnini kurcalayan en büyük sorulardan biriydi. Bu soru, başka bir gizemli yerleşimin keşfiyle yanıt bulmaya başlayacaktı: Karahan Tepe.
Şanlıurfa, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, bereketli hilal coğrafyasının kalbinde yer alan kadim bir şehir. Özellikle Tektek Dağları bölgesi, yüzey araştırmaları sırasında bile zengin arkeolojik kalıntılar barındırdığı biliniyordu. İşte bu potansiyel, 1997 yılında bölgede yapılan yüzey araştırmaları sırasında Karahan Tepe’nin ilk kez fark edilmesine yol açtı (Körpe, 2017, s. 45). Ancak, Göbeklitepe’nin gölgesinde kalan bu potansiyel yerleşim, uzun yıllar boyunca detaylı incelemeler için beklemek zorunda kaldı.
Gerçek keşif süreci, 2019 yılında, Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’nin öncülüğünde ve Necmi Karul başkanlığında, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “Taş Tepeler” projesi kapsamında bilimsel kazıların başlamasıyla hız kazandı. İlk şaşırtıcı bulgular, Göbeklitepe ile olan benzerlikleriyle dikkat çekti ve kısa sürede Karahan Tepe’nin de aynı derecede önemli, hatta bazı yönleriyle daha da ilgi çekici bir Neolitik merkez olduğu anlaşıldı. Tozlu patikaların ardında, binlerce yıllık bir sır, insanlığın ortak hafızasına yeniden kazılmaya başlanmıştı. Kazılan her toprak katmanı, Neolitik Çağ’ın bilinmeyenlerini fısıldayan yeni bir gizemi ortaya çıkarıyordu.
Karahan Tepe’de yapılan kazılar, tıpkı Göbeklitepe’de olduğu gibi, ziyaretçileri ve bilim insanlarını büyüleyen “T” biçimli devasa dikilitaşları ortaya çıkardı. Bu dikilitaşlar, 5,5 metreyi bulan yükseklikleriyle, o dönemin avcı-toplayıcı topluluklarının nasıl bir mühendislik ve organizasyon becerisine sahip olduğunu gözler önüne seriyordu (Karul, 2021, s. 112). Göbeklitepe’deki dikilitaşlara benzerlikleri açıkça görülse de, Karahan Tepe’nin kendine özgü mimari detayları ve dikilitaş formları da vardı. Örneğin, bazı “T” biçimli dikilitaşların tepe kısımlarının daha dar veya farklı bir şekilde işlendiği gözlemlendi.
Yerleşimin mimarisi, genellikle yuvarlak planlı ve özel yapılı mekanlardan oluşuyordu. Bu mekanların birçoğunda, “T” biçimli dikilitaşlar dairesel bir düzen içinde yerleştirilmişti ve merkezde genellikle iki büyük dikilitaş bulunuyordu. Dikilitaşların dizilimi ve konumları, bunların sadece yapısal elemanlar olmadığını, aynı zamanda ritüelistik, belki de astronomik veya sosyal toplanma alanları olarak işlev gördüğünü düşündürmektedir. Bu taşlaşmış düşler, binlerce yıl önce yaşamış insanların inançlarını, kozmolojilerini ve toplumsal ritüellerini bize fısıldıyordu. Özellikle, merkezdeki dikilitaşların etrafında toplanmış olan alçak banklar, bu alanların toplumsal etkileşim ve ritüel pratikler için kullanıldığına dair önemli ipuçları sunmaktadır. Bu detaylar, Karahan Tepe’nin sadece bir yerleşim değil, aynı zamanda karmaşık bir dini ve sosyal merkezin kanıtı olduğunu göstermektedir.
Karahan Tepe, sadece anıtsal mimarisiyle değil, aynı zamanda zengin heykeltıraşlık örnekleriyle de dikkat çekmektedir. Dikilitaşlar üzerindeki kabartmalar ve serbest duran heykeller, Neolitik dönemin insanlarının sanatsal yeteneklerini ve sembolik dünyalarını gözler önüne seriyor.
Bu yontulmuş hayatlar, Neolitik Çağ’ın karanlık perdesini aralayarak, binlerce yıl önce yaşamış insanların ruhsal dünyalarına, sanatsal ifadelerine ve doğayla olan mistik bağlarına dair paha biçilmez ipuçları sunmaktadır. Karahan Tepe’nin sembolik dünyası, Göbeklitepe ile birlikte, insanlık tarihinin en erken dönemlerindeki sanatsal ve ritüelistik gelişmeleri anlamamızı sağlamaktadır.
Karahan Tepe’nin keşfi, arkeoloji dünyasında büyük bir heyecan yaratmasının yanı sıra, Göbeklitepe ile olan bağlantıları nedeniyle de özel bir ilgi odağı haline geldi. Yapılan radyokarbon tarihlendirmeleri, Karahan Tepe’nin kronolojik olarak Göbeklitepe ile aynı döneme veya çok yakın bir zamana, PPNA dönemine tarihlendiğini göstermektedir (Karul, 2021, s. 118). Bu durum, bu iki merkezin arasında derin bir ilişki olduğunu düşündürmektedir.
İki yerleşim arasındaki benzerlikler şaşırtıcıdır:
Bu iki yerleşim arasındaki potansiyel bağlantılar üzerine arkeolojik tartışmalar devam etmektedir:
Karahan Tepe ve Göbeklitepe, birbirine benzeyen ancak kendi içinde özgünlükleri olan iki kardeş gibi, insanlık tarihinin bu kritik dönemine dair yeni bir köprü kurmaktadır. Bu köprü, Neolitik Devrim’in sadece tarım ve yerleşik hayatla sınırlı olmadığını, aynı zamanda derin dini ve kültürel bir dönüşümü de içerdiğini göstermektedir.
Karahan Tepe ve Göbeklitepe’den elde edilen bulgular, Neolitik Çağ’daki avcı-toplayıcı topluluklara dair geleneksel anlayışımızı kökten değiştirmiştir. Daha önce, bu toplulukların göçebe, küçük gruplar halinde yaşayan ve ilkel bir sosyal yapıya sahip olduğu varsayılıyordu. Ancak bu iki anıtsal merkez, sanılandan çok daha karmaşık bir gerçekliği ortaya koymaktadır:
Bu taşlar, insanlığın bilinçdışından yükselen fısıltılar gibi, binlerce yıl önceki insanlık hallerini ve inanç dünyalarını bize sunmaktadır.
Karahan Tepe’deki arkeolojik kazılar, büyük bir bilimsel potansiyel taşısa da, aynı zamanda önemli zorluklarla da karşı karşıya kalmaktadır. Şanlıurfa bölgesinin sıcak ve kurak iklimi, yaz aylarında kazı çalışmalarını oldukça zorlaştırmaktadır. Ayrıca, geniş bir alana yayılmış olan bu yerleşimin tamamını ortaya çıkarmak, büyük bir iş gücü ve uzun yıllar sürecek bir çaba gerektirmektedir. Buluntuların binlerce yıldır toprak altında kalması ve hassas yapıları nedeniyle, kazıların büyük bir dikkat ve titizlikle yapılması gerekmektedir.
Bu zorluklara rağmen, Karahan Tepe’de kazı ekipleri, modern arkeolojinin en güncel tekniklerini kullanarak toprağın dilini çözmeye çalışmaktadır:
Bu titiz metodoloji sayesinde, Karahan Tepe’nin sırları adım adım çözülmekte ve insanlık tarihine dair yeni sayfalar açılmaktadır. Arkeologlar, adeta bir dedektif gibi, toprağın altında yatan ipuçlarını bir araya getirerek, binlerce yıl öncesinin hikayesini yeniden inşa etmektedirler.
Karahan Tepe, Anadolu arkeolojisi için olduğu kadar, dünya arkeolojisi için de paha biçilmez bir değere sahiptir. Göbeklitepe ile birlikte, Pre-Çanak Çömleksiz Neolitik dönemin (PPNA) en önemli ve etkileyici yerleşim yerlerinden biri olarak, insanlık tarihinin en karanlık ve en az bilinen dönemlerinden birine ışık tutmaktadır. Bu iki merkez, avcı-toplayıcı toplulukların sosyal, dini ve sanatsal kapasitelerinin ne denli gelişmiş olduğunu göstererek, Neolitik Devrim’e dair anlayışımızı kökten dönüştürmektedir.
Karahan Tepe’nin UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girme yolunda atılan adımlar, bu eşsiz mirasın uluslararası alanda tanınması ve korunması açısından büyük önem taşımaktadır. Bölgenin sahip olduğu büyük turizm potansiyeli, yerel ekonomiye katkı sağlamasının yanı sıra, insanları binlerce yıl öncesinin gizemli dünyasıyla buluşturmaktadır. Ancak bu potansiyelin sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesi, hem arkeolojik buluntuların korunması hem de bölgenin ekolojik dengesinin gözetilmesi açısından hayati öneme sahiptir.
Karahan Tepe, toprağın altında binlerce yıl uyuduktan sonra, zamanın perdesini aralayarak bizlere insanlığın ortak kökenlerine ve ruhsal arayışlarına dair önemli mesajlar fısıldamaktadır. Onun gizemli hikayesi, gelecek nesiller için korunması gereken bir hazine, bilimsel merakı besleyen bir ilham kaynağı ve insanlık tarihine dair anlayışımızı sürekli olarak genişleten bir rehber olmaya devam edecektir. Taşların fısıltısı, her geçen gün daha da gürleşerek, geçmişin bilgeliğini geleceğe taşımaktadır.
Kaynaklar:
Bin Yıllık Sessizliğin Ardından Gelen Ses: Rosetta Taşı’nın Keşfi ve Hiyerogliflerin Gizemini Çözen Bilimsel Dedektiflik Serüveni